Berfo Ana’yı ‘Işığa Hasret’ bıraktık

  • 23.02.2013 00:00

 Türkiye’de aslında pek çok sorun, “insan”ın kaale alınmamasından kaynaklanıyor.


Berfo Ana
’yı, elinde soluk bir resim, haftalarca, aylarca, yıllarca, karda kışta, yazda tozda sokaklarda beklettik ve sonra da, hayattaki tek dileğini yerine getirmeden, ölüme uğurladık.


“Cennet mekâna gitti, oğluna kavuştu”
 demek bir aldatmaca; hayattayken insanları yaşatamadıktan, onlara hayatı cehennem ettikten sonra, “öteki dünyadan” bahsetmek, çekilen acılarla alay gibi bir şey.

Berfo Ana’nın oğlu Cemil’in kayboluşunun faili meçhul bırakılması, dünyevi varlığının annesine teslim edilememesi, bizim Türkiye olarak, topluca ayıbımızdır.


“Derin devlet”
 veya darbecileri sorumlu sayabilirdik; eğer ki, kayıpların failleri bulunsa, akıbetleri aydınlatılsa ve suçlulara karşı, hem utandırma hem de cezalandırma sürecine girişilse idi...

Yönetmen Patricio Guzmán’ın, Nostalgia for the Light (Işığa Özlem) belgeselinde, Şili’de, 100 bin kilometrekarelik Atacama Çölü’nde, umutsuzca, askerî cunta tarafından “kaybedilen” yakınlarından kalanları arayanlar, toplumun duyarsızlığından şikâyet ediyordu.

Atacama derken, dünyanın en kuru yerlerinden birinden bahsediyoruz; 400 yıldır yağmur yüzü görmemiş.

1970’lerde bu çöldeki askerî kampta, yani işkencehanede tutulan mimar Miguel, tutsaklığı boyunca, mekânlara ilişkin her türlü ayrıntıyı belleğine kazımış.

40 yıl sonra bile hâlâ, işkencehanenin eskizlerini müthiş bir mesleki beceriyle çizip duruyor.

Miguel’in eşi Anita ise, Alzheimer hastası; geçmiş, onun için yok.

Guzmán, Şili’yi, bu çifte benzetiyor; bir kısmı, hatırlamanın ve tarihi, tüm detaylarıyla, “yakalamanın” peşinde. Diğer kısımsa, unutuşa mahkûm.

Guzmán’ın bu benzetmesine, Alzheimer’ın insanın seçtiği bir kader olmaması nedeniyle karşı çıkıyorum; toplumlar olarak, unutmak veya unutmamak, tepki vermek veya vermemek bizim kendi seçimimiz.

Ben, tam bunları yazarken, “Türk füzesi Cirit”in, Birleşik Arap Emirlikleri’ne satılması için 200 milyon dolarlık askerî bir anlaşma imzalandığı haberleri vardı. İnsansız hava aracı kategorisindeki bu “gurur kaynağımız”, acaba coğrafyamızda “Türkiye hayranlığı” içinde olduğu varsayılan halkları nasıl etkileyecek? Nasıl bir “sivilleşme” bu?

Henüz, “askerî” bir geçmişin ağır travmalarıyla hesaplaşmadan, Berfo Ana’yı “gözü açık” dünyadan göndermişken; Türkiye ne yaptığının farkında mı?


Nefes

TBMM Genel Kurul gündemine gelmek üzere olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, bu hâliyle kanunlaşırsa, korunması gereken doğal alanları enerji, madencilik, konut ve sanayi gibi yatırımlara açmak için gerekli yasal zemin hazır olacak.

Tasarı, “üstün kamu yararı” için, korunan doğa alanlarının her türlü yatırıma açılmasına olanak sağlanıyor. “Üstün kamu yararının” nerede, ne olduğuna Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Bakanlar Kurulu karar verecek. Böylece, istenen “doğal değer”, kimseye sorulmadan yatırıma açabilecek.

Zaten Türkiye’de korunan doğa alanları, ülkenin toplam yüzölçümünün sadece yüzde 4’ü. Uluslararası standartlara göre bu oran en az yüzde 15 olmalıydı.

Doğa için yarattığı tehditlerin ötesinde, siyasi hayatımız bakımından da, bu tasarının çok vahim bir yönü var; “tarihçesi”.

Tasarının tohumları, Dünya Bankası’nın öncülük ettiği bir çevre projeleri platformu olan Global Environment Facility (GEF) destekli “Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi” sürecinde 2003 yılında atılıyor.

Tasarı için başta, Türkiye genelindeki tüm çevre hareketlerinin görüşleri alınıyor.

Bu tasarı, kamu ve sivil toplumun, uluslararası kaynak ve desteğin güçlerini birleştirdiği örnek bir çalışma olarak şekillenmeye başlıyor. 10 yıl sonraki manzara şu; tasarı, dört kez değiştiriliyor, amacından saptırılarak tanınmayacak hâle geliyor.

Çevre odaklı faaliyet gösteren sivil toplum, zamanla, önce “dinlenip de dikkate alınmayan etkisiz eleman” konumuna düşürülüyor, sonra da tamamen dışlanan, “kapı duvar” muameleye layık görülüyor.

10 yıllık süreçte, yasama ve siyaset açısından nereden nereye geldiğimizin resmidir aslında bu tasarı.

Avrupa Birliği’ndeki çevre ile ilgili kurumlar, Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu hep çaresiz; özetle diyebildikleri, “Türkiye üzerinde bir gücümüz yok”. Bu da, çok manidar bir durum Türkiye açısından.

Bir de, “devlet erkânı”, hiç de utanmadan, “Bu tasarı AB’ye uyum süreci çerçevesinde oluşturuldu” diyor.


Doğa, hepimizin nefesi.


Bu tasarı, yasalaşarak nefesimizi kesmesin.

Tasarıya karşı gösteriler, 24 şubatta şu yerlerde;

İstanbul: Galatasaray Lisesi önü- 11:30.

Bursa: Orhangazi Parkı- 11:30.

İzmir: Kıbrıs Şehitleri girişi- 14:00.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums