Her şeye rağmen hayat

  • 21.02.2013 00:00

 Bir yara ne zaman iyileşmeye başlar?

Tüm yaralarımızın izleri, gözle görünür görünmez, üzerimizde geziyor.

Ancak, akan ilk damla kan, aynı zamanda, yarayı iyileştirecek hücrelerin “olay mekânına” koşturduğu bir sürecin başladığını da temsil ediyor.

Ama safha safha devam eden iyileşme, aynı zamanda, çok da kırılgan bir süreç; yeni darbeler, iltihaplanmalar, yaranın “kronik vaka” hâline dönüşmesine neden oluyor; hatta bazen tüm vücudu zehirleyecek bir kangrene...

Bosna Savaşı’nın değil, 20. yüzyıl Avrupa’sının en büyük katliamlarından birinin yaşandığıSrebrenica’dan bir haber dikkatimi çekti.

Boşnak Almir Salihoviç ve Sırp-Hırvat Ducisa Renduliç’in aşk hikâyelerinin haberi.

Onların öykülerinin, ister gerçek olsun ister inşa edilmiş, tüm “imkânsızları” aşabilmenin mümkün olabildiğini göstermesinin ötesinde, çok insani, kalbe çok değen bir yanı var.

1995’te, dokuz bine yakın erkek ve oğlan çocuğun, Ratko Mladić komutanlığındaki Republika Srpska güçleri tarafından katledildiği topraklarda, bir Sırp ve bir Boşnak’ın aşkı, uzaktan bizlerin hoşuna gitse de, yaşandığı yerde hiç de hoş karşılanmıyor. Zaten Almir, Ducisa’ya olan duygularını arkadaşlarına ilk anlattığında, “Oğlum, deli misin, git kendini öldür daha iyi” tepkisini almış.

Üstelik Almir ve Ducisa, tüm manevi engellerin üzerine bir de, müthiş bir fakirlikle mücadele ediyor. Bebekleriyle yaşadıkları tek göz, ahşap prefabrik evlerini, Almanya merkezli bir yardım örgütü vermiş. Daha bir yaşına yeni giren oğulları Yusuf, Almir’in Srebrenica Katliamı’nda öldürülen amcalarından birinin adını taşıyor.

Çift, bu mayıs evlenmeyi planlıyor. Yardım örgütleri tarafından sağlanan yiyecekler ve birkaç koyun, tavuk; tüm varlıkları bunlar.


“Aşk, her şeyi yener”
 diyor Ducisa. Yavaştan, insanların Srebrenica’da, katliam öncesi olduğu gibi, etnik ayrım sözkonusu yapılmadan, ayrı gayrı olmadan birarada yaşamaya başlayacaklarına inandığını söylüyor.

Farklı kökenlerden çiftlerin oranı, sosyolojide “toplumsal birlikteliğin” barometresi olarak kabul edilir. Şu ya da bu farklı kökenlere sahip insanların, birbirine karışıp görüşmeden varlığını sürdürmesi başka, “tahammül etmek” başka; birarada yaşamaksa çok farklı şeyler...

Almir ve Ducisa’in aşkı, bana efsanevi savaş muhabiri Kurt Schork’un, Saraybosna Kuşatması esnasında yazdığı, her okuduğumda beni ağlatan haberini anımsattı.

Schork’un kaleminden aynen aktarıyorum:


SARAYBOSNA, Mayıs 23, 1993-
 İki âşık, Saraybosna’nın Miljacka Nehri kenarında, son bir kucaklaşmayla kilitlenerek yatıyor. Dört gündür, Vrbana Köprüsü yakınlarındaki terk edilmiş bir alanda, şarapnel parçaları, yıkılmış ağaçlar ve elektrik direkleri arasında uzanıp kalmışlar.

O bölge, o denli tehlikeli ki, kimse onları kaldırmaya cesaret edemiyor.

İkisi de 25 yaşında olan Bosko Brckiç ve Admira İsmiç, çarşamba günü, kuşatılmış Boşnak başkentinden Sırbistan’a kaçmak isterken vuruldular.

Biri Sırp, diğeri Boşnak’tı.

Vurulmalarına tanık olan bir asker olan Dino, şunları aktarıyor: “İkisi de aynı anda vuruldu, ancak erkek ânında ölürken, kadın hâlâ yaşıyordu... Erkeğe doğru sürünerek yaklaştı ve sona sarıldı. Öyle, birbirlerinin kollarında öldüler.”

Çiftin, keskin nişancıların, insan “avladığı” bu bölgeden geçişine izin için, taraflar arasında gizli bir anlaşma yapılmıştı.

Gene de, biri tahammül edemedi âşıklara.

Bosko ve Admira’nın cansız bedenlerini, kurşunların vızıldadığı bu insan çöplüğünde, günlerce yattı. Admira’nın ailesi, onlara öyle sarılı, bir mezara yatırmak istedi ve bunun için müthiş bir bürokratik mücadele verdi.

Schork’un kendisi de, 2000 yılında, Sierra Leone’de, Bosko ve Admira gibi, tuzağa düşürülerek; savaşlarda, gazeteciler dokunulmaz sayıldığı hâlde, kurşunlanarak öldürüldü.

Schork, sevgililer için, “Savaşa çıldıran bir ülkede, Bosko ve Admira, birbirine deli oluyordu” diye yazmıştı.

Admira’nın babası da, “Bu savaş, Sırplar ve Müslümanlar arasında değil. Bu, caniler, canavarlar arasında bir savaş” demişti.

Tıpkı, her savaşta olduğu gibi.


Tabiat “Koruma” Kanunu’na karşı eylem

24 şubat pazar günü, saat 11:30’da, İstanbul’da Galatasaray Lisesi önü ve Ankara, İzmir’de, Meclis Genel Kurulu gündemine gelmek üzere olan “Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”na karşı eylemler yapılacak.


Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi
’nden, sivil toplumda faal aktivistlerden Ümit Şahin’in deyişiyle, tasarıyla;  ***

TBMM genel kurul gündemine gelmek üzere olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, doğayı korumak için değil, korunması gereken doğal alanları enerji, madencilik, konut ve sanayi gibi yatırımlara açmak için hazırlanan, ismi yanıltıcı, içeriği tuzaklarla dolu bir yasa tasarısı. 

Yasa tasarısıyla “üstün kamu yararı” bahanesiyle korunan doğa alanlarının her türlü yatırıma açılmasına olanak sağlanıyor. Ancak üstün kamu yararından kastedilen şey “ekonomik kalkınma”. 

Yasada koruma alanlarına yatırım izni vermek için kullanılan “üstün kamu yararı” kavramı, halkın değil şirketlerin yararı anlamına gelecek. Çünkü doğanın zararına olan hiçbir şey halkın yararına olamaz.

Doğanın kaderi siyasi otoritenin insafına bırakılamaz!

Korunan doğal alanların sınırları ancak bilimsel kriterlerle, doğa korumacıların katılımıyla ve bağımsız uzman kurullar tarafından belirlenebilir. Oysa yasa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’nu, yani siyasi iktidarı bu konuda tek yetkili kılıyor. 

Korunan alanların geleceği ve doğanın sınırları siyasetçilere bırakılamaz.

Yasa, doğanın korunmasını değil “sürdürülebilir kullanımını” ve korunan doğa alanlarının işletmeye dönüştürülmesini hedefliyor. Oysa yaşamın sürekliliği için korunan alanların kullanımının sınırlanması, hatta bazı durumlarda hiçbir surette kullanılmaması esas olmalıdır. 

Korumayı değil kullanmayı amaçlayan bu tür bir doğa koruma yasası biyolojik soykırıma yol açar!

Doğayı korumayı tek bir yasaya bırakmak, sadece bir yasayla bütün koruma kurallarını belirlemeye kalkışmak bile dehşet vericidir. Olması gereken, ülkenin bütün kanunlarını ve bütün politikaları doğanın korunmasını sağlayacak şekilde yapmaktır. 

Çünkü bu dünyadan başka gideceğimiz bir yer yok. 

İnsan doğanın efendisi değil, onun bir parçası. 

Bencil çıkarlarımız için doğaya verdiğimiz her zarar, bir yandan doğanın vazgeçilmez haklarını ihlal ediyor, bir yandan da geleceğimizi tehdit ediyor. 

Ekolojinin kanunları insan eliyle yapılan bütün kanunlardan daha basit ve vazgeçilmez. Doğayla insanın çıkarları birbirine bağlı. Doğaya verdiğimiz her zarar, bütün canlılara ve insana da verilen zarardır.

Bu haliyle yasa tasarısı, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, Anayasa’nın doğal ve kültürel varlıklarının korunmasına yönelik düzenlemelerine de aykırıdır. 

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı adı altında yasal hale getirilmek istenen doğa yıkımına dur demek, tasarının yasalaşmasını engellemek için, bütün üyelerimizi ve halkımızı sokağa, eyleme çağırıyoruz.

24 Şubat Pazar Günü saat 12:00'de aşağıdaki illerde belirtilen noktalarda tasarıya karşı sesimizi yükseltiyoruz! 

İstanbul: Galatasaray Lisesi önü 
Kazdağı Milli Parkı’nda altın madenleri (yatırıma) açılmak isteniyor. İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’nda kömürlü termik ve nükleer santraller yapılmak isteniyor. Munzur Vadisi Milli Parkı baraj suları altında bırakılmak isteniyor. Küre Dağları Milli Parkı HES projelerinin tehdidi altında. Köprülü Kanyon Milli Parkı’na baraj yapılacak. Fırtına VadisiPapart VadisiMaçahelİkizdere gibi sayılamayacak kadar çok sayıda doğal sit alanı ve korunan alanda baraj, HES ve maden projeleri var.

O zaman, haydi meydanlara.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums