Sevgili Hocam

  • 3.01.2013 00:00

 İnsan bazılarından, nasıl insan olunacağını öğreniyor; bazılarındansa, nasıl olunmayacağını...

Bazı hocalarımdan da, nasıl hoca olunacağını öğrendim; bazılarında da nasıl olunmayacağını...

Yılın son günü, hocam Arman Manukyan’ı kaybettik. Arman Bey’den, hâlâ nasıl olduğunu çözemediğim bir şekilde muhasebe dersi aldım. Beni tanıyanlar, muhasebe ile benim aramda, arada sırada kullanmayı sevdiğim bir tabir olan “vicdan muhasebesi” dışında bir alaka olamayacağını bilir. Ömür billâh ağır hesap, matematik derslerinden ne kadar kaçtıysam da, Türkiye’nin çarpık eğitim sisteminde yakamı bırakmadılar ama muhasebe dersini kendi isteğimle aldım.

Siyaset bilimi, Uluslararası İlişkiler, Tarih gibi alanlarda okuyan birinin, muhasebe ile işi olmaz. Fakat ben geriye bakınca, lisans döneminden en heyecan verici derslerim arasında, İnsan Tunalı’dan aldığım İstatistik ve Arman Hoca’dan aldığım Muhasebe vardı. İkisi de, ayrı ayrı çok hoş, takibi, ilgisi olmayan için neredeyse imkânsız olan dersleri sevdiren, heyecanla bekleten, zamanı su gibi akıtan hocalar olarak aklımda kaldı.

Bugün hâlâ, en sevdiğim konularda çalışıyorlar bile olsalar, asık yüzlü, öğrenciyi tersleyen, öğrenciyle alay eden ve onu, sahip olduğu güçle ezmeye çalışan hocalardan yaka silkiyor ve onlara üzülerek bakıyorum.

Arman Hoca’dan ders alıp da, papyonundan zarifliğine, şakacılığından geniş anlayışına, onu özlemle anmayan yok.

Akademi de, işte tam böylesi bir bilgeliğin yeri olmalı.

Arman Hoca’nın derslerinde, bir yandan bilançoların iki tarafını eşitlemeye çalışır ve hiçbir zaman da tutturamazken, gelir-gider cetvelini hiçbir zaman eşitleyemeyen bir muhasebecinin hikâyesini hayal eder, kafamda böyle bir öykü yazardım.

Muhasebeci, mesela, âşık olup da mı bilançolarında ipin ucunu kaçırmış olsun...

Yoksa yanlış meslek seçip, bir ömür boyu, dengelemeyen bilançolarla mı uğraşsın...

Derste bir yandan da bunları düşünür dururdum; hayalî sayfaları birbiri ardına kafamda doldururdum.

Arman Hoca’nın, 16 bini aşkın öğrencisinden biri olan bankacı Bülent Şenver ile yaptığı röportajda aktardığı bir fıkra var; belki de o zaman, o fıkra bana ilham vermişti.

“Büyük bir işletmede bir muhasebeci varmış.

Tabii işletmede başka çalışanlar da var.

Zannediyorum o diğer çalışanlarla muhasebeci aynı odada çalışıyorlar.

Bu muhasebeci her sabah işe geldiğinde çekmecesini çekermiş ve herhalde o çekmecesinin içerisinde bir şeye bakıp sonra çekmecesini kapatırmış.

Tabii yıllar sonra o güne kadar da başka hiçbiri o çekmeceyi açmazmış, herhalde kilitli çekmece.

Yıllar sonra bu muhasebeci emekli olduktan sonra yanında çalışanlar tabii merak ederlermiş, yani bu muhasebecinin her sabah gelip de çekmecesini açıp bakması oraya bir şey okuması sonra kapatması nedir diye, çünkü her sabah aynı şeyi yapıyor.

Bir de yıllar sonra çekmeceyi açıp bakıyorlar ki çekmecenin altına bir not kâğıdı bantlanmış ve şöyle bir not var: Borçlu taraf pencere tarafındadır.

Yani muhasebeci o kadar yıl muhasebecilik yapmış, daha borçlu tarafın pencere tarafında veyahut başka bir tarafta olduğunu bilmiyormuş”... diye aktarmış bu fıkrayı Arman Hoca...


“Na to kafa, na to mermer”
 (bu arada, Yunancadan, ‘işte kafa, işte mermer’ deyişinden esinle aldığımız, çok kullanışlı veciz sözlerdir bunlar) hâlime rağmen, Arman Hoca’dan en yüksek notu almayı becerdim. Sanırım, benim “defter-i kebirlerde” ipin ucunu bir türlü yakalayamayan hâlime rağmen gösterdiğim çabaya acımıştı meşhur hoşgörüsüyle.

 


Güleryüzlü sosyalizm hatası

Na to kafa, na to mermer demişken; yılın son yazısında bir hata yaptım.

Tam da bu yazıyı yazarken, hocalardan bahsederken, çok kıymetli başka bir hocadan bana gelen postayı, çok geç bir şekilde fark ettim. Ben, kendi hatamı ondan iyi anlatabilecek değilim. İşte Halil Hoca, aynen şöyle der:

“Sezin, merhaba. Güzel yazılarınızı hep okuyorum. Ama dün (29’unda) yayımlanan yazıda küçük bir hata var. ‘Güleryüzlü sosyalizm’ (Socialism with a human face’in Türkçeye adaptasyonu, diyelim), 1956 Macaristan ihtilalcilerinin değil 1968 Çekoslovak reformcularının (Dubçek ve taraftarlarının) sloganıydı. Parti yöneticisi olarak Dubçek, bu sloganla ‘sosyalizmin sınırları içinde kalacağı’na dair programatik bir çerçeve çiziyordu. Oysa 12 yıl önceki (aşağıdan yukarı) Macar ayaklanmasında hiç böyle bir sınır veya vaat söz konusu değildi. Sosyalist/komünist yönetimi toptan reddediyorlardı. Belki, Macaristan dışında pek bilinmeyen ‘No more ‘comrades’’ (Artık ‘yoldaşlar’ kalmadı) 1956’nın ruhunu daha iyi anlatabilir.”


Kış Gülü Devrimi
 yazısını yazarken, ben 1956 Ayaklanması’nda dile getirilen taleplerin de, “güler yüzlü sosyalizme” denk geleceğini hızlıca düşünüverdim ve çok büyük bir yanlış yaptım. Doğrusu aynen Halil Hoca’nın dediği gibi; ben yıla, Macaristan’da 1956 dönemini tekrar okuyarak başlıyorum. Kendisine ve zarif uyarısına da çok teşekkür ediyorum.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums