Geleceğin zamanı geldi

  • 29.11.2012 00:00

 Size, bugün “politika” olarak bildiğiniz şey, aslında politika değil desem...

Hele ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kürsüden veryansın süre giden ve hele de, partiler arası laf dalaşı şeklinde cereyan eden şey, hiçbir şekilde politika değil diye de eklesem.

İlk (ve herhalde son) siyasi konuşmamı yaparken ben böyle dedim; söylediklerimden çok “politikacı” hâlim tuhaftı açıkçası.

Benim gibi kalabalıkların arasında kaybolmayı tercih eden, görünmezliği gözönünde olmaya yeğleyen, dahası muhabirlik deneyimleri sırasında röportaj yapar, soru sorarken bile yüzü sürekli kızarıp bozaran birinin, bir salon dolusu insanın önünde konuşması gerçekten de olacak iş değildi.

Mucizeler de oluyor demek; bundan iki hafta önce kadar, Ankara’da Yeşiller Partisi ve Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (EDP) birleşmesine bir hafta kala gerçekleşen toplantısında yerin dibine geçmeden konuşmayı başardım.

Konuşurken bir yandan kafamda sorguladığım temel soru şuydu; neden bazıları konuşuyor da, bazıları dinliyor? Neden asıl “derdi olanlar” susmak zorunda kalıyorlar da, bazıları onları temsil etmek üzere “seçkin” kişiler olarak, onların üzerinden yükseliyor? Politikadan uzak olduğum hâlde, tesadüfler sonucu bir oda dolusu insana hitap eden ben bile, karşımda beni dinleyenlerden çok mu farklıyım, beni onlardan ayrı kılan bir şey mi var da, ben konuşuyorum onlar dinliyor?

Sonuçta, benden aslan yürekli, “karizmatik lider” bir politikacı olmaz belli ki, ama siyaset denen şey aslında olması gerektiği hâliyle ancak, “gerçek manasıyla” “sıradan insanlar” arasında gerçekleşebilir ve onlar tarafından gerçekleştirilebilir.

Bu düşüncenin mucidi ben değilim.


Hannah Arendt
Michel Foucault gibi politika üzerine kafa yoran “münevverler” de, çok farklı yollardan geçip, bence, “politikanın ne olduğu” konusunda aynı kapıya varmışlar.

Aslında çıkış noktaları da çok yakın; her ikisi de, “toplumun birarada yaşayabilmesi” için özgürlükleri denetleyen (yani kısıtlayan) “hukuk devleti”“egemenlik” gibi kavramları, bildiğimiz hâliyle politikayı sorgulayan kişiler.

İkisi de, İkinci Dünya Savaşı’nın ayan beyan yıkımı ötesinde, Nazizm ve Faşizm’in Avrupa’da yükselişini sorgulamış, “neden” sorusuna yanıt vermek için de, “insan olma hâlinin” en temeline inmeye çalışmış insanlar.

İkisi de, politikanın varlık amacını, “insan olmaya”“yaşamaya” bağlayan düşünürler. Bir anlamda, politika, bir “amaç” değil onlara göre, varoluşumuzun kaçınılmaz sonucu.


Arendt
’in şu sözünü ele alalım; “Bu gezegende, ‘insan’ değil ‘insanlar’ yaşıyor. Çoğulluk(çeşitlilik), bu dünyanın kanunu”.

Ancak, “normalin”“olması gerekenin” ne olduğunu tayin eden bir sürü, “sözde kanuna” göre yaşıyoruz. Arendt“Toplum, her bir üyesinden, belli bir davranış bekliyor, hepsi de üyelerini ‘normalleştirmeye’ çalışan sayısız ve çok çeşitli bir sürü kuralla, onları belli biçimde hareket etmeye zorluyor; onları kendiliğinden harekete geçmek ve sıradışı bir tavır almaktan uzaklaştırıyor” diye yazıyor. Foucault ise, “Normallik yargıçları her yerde. Hoca-yargıç, doktor-yargıç, eğitimci-yargıç, sosyal hizmetli-yargıç; ‘kuralcılığın’ evrensel hükümdarlığı onların üstüne vazife; ve her birey, nerede olursa olsun, kendisini, vücudunu, hareketlerini, tavırlarını, yaptıklarını bunun tahakkümü altına sokuyor” diyor.

Foucault’dan yola çıkarsak; günümüzün derdi, belki “kim olduğunu keşfetmek değil, kim olduğunu reddetmek”.

Diğer bir deyişle, kendi iradesi, kendi varlığı, kendi değerleri ve onuru üzerinde güç sahibi olmak; hayatı, biraz da bir sanat eseriymişçesine, incelikle, üzerine düşünerek, kendini eleştirerek yaşamak.

Yani, kendi kanununu, kendisi ve başkalarıyla sürekli müzakere içinde, kendisi yazarak yaşamak; bunu yapabilir miyiz insanlar olarak?

Politika, bir tür nefes alıp vermek, “hayat biçimi”, canlanmak, dünyaya gelmek, hayata tepki vermekse; harekete geçip, farklarımızın, çeşitliliğimizin getirdiği “yaşam hâllerini” konuşarak yaşayabilir miyiz?


Politikayı, insanlar arasında bir var oluş biçimi hâline getirebilir miyiz?

Arendt’in, “politikanın politikacılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iş” olduğu serzenişinde, doğruluk payı epey yüksek aslında!


“Geldiğimiz dünyada, hiçlikten geliyor ve bir hiçliğe kayboluyoruz; var olmak ve belirmek çakışıyor”
 diyordu Arendt.


“Âvâzeyi şu âleme Dâvûd gibi sal/ Bâki kalan bu kubbede bir hoş sâda imiş”...
 Aslında insanlık olarak hâlimiz tam da bu.

Arendt’in yaklaşımıyla, politikanın amacı özgürlükse ve politikanın “yaşandığı” alan harekete geçmekse, gelecek geldi.


Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi
, geçen pazar, Ankara’da kuruldu.

Her doğum, bir mucize; politikayı olması gerektiği gibi, içinde insan olan bir varoluş biçimine dönüştürecek bir siyasi hareket ise, devrimin ta kendisi.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (2)

  • y.tasdelen
    y.tasdelen
    5.01.2012 04:21

    Sayin ALPER GORMUS, her yaziniz harika,sizin gibi yazarlarin fikir ve dusunceleri,insani duygulandiriyor,sag olun

  • bir kürt
    bir kürt
    3.01.2012 12:28

    ben bir kürt olarak bu olaydan sonra düşüncelerim değişti tamamiyle. biz her ölüme insan olduğu için üzülürken ölen kimlikler kürt olunca devletimizin medyamızın ve en önemlisi kardeşimiz canımız dediğimiz türklerin nasıl üç maymunu oynadıklarına tanık oldum. bu durum sözün bittiği yerde olduğumuzu gösteriyor. duam şu ki şu acıları yaşatanlara vahşice cinayet işleyenleri allah onbin kat acı çektirsin.sesiz kalanlarada bedduam sesinizi duyan olmaz inşallah

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums