Bir avuç Don Kişot

  • 25.10.2012 00:00

 “Kıymetli Don Kişot’un, korkunç ve akla hayale gelmemiş Yel Değirmenleri Macerası’ndaki başarısı ve mutlu hatıralar için kayda değer diğer olaylar hakkında...”; 17. yüzyıl başında basılan, Miguel de Cervantes’in, El ingenioso hidalgo don Quijote de la Mancha (Mahir Beyefendi Mançalı Don Kişot) kitabının bu bölümünde, meşhur yeldeğirmenleriyle savaş sahnesi yer alıyor.

 
 
Türkiye’de şu an tüm “gerçeklik” kaybolmuş durumda. Ne uluslararası hukuk, ne Avrupa Birliği hukuku, ne Türkiye’nin kendi hukuki zemini, ne “İslami adalet kavramı”, ne geleneksel “adalet”, ne bireysel ahlaki-etik değerler.. hiçbir “satıh” kalmamış durumda.
 
 
Türkiye’de, “adaletin” çekim gücü, tümden yok olmuş durumda.
 
 
Bu nedenle de, sözlerin hiçbir ağırlığı yok. Değerlere değer, sözlere ağırlık kazandırmaya çalışan bir avuç Don Kişot, “insanlık namına”, “canavarlarla” savaşıyor.
 
Yoksa yel değirmenleri mi?
 
 
Süpermarketlerden bayram şekerleri taşarken, sofralar taksitle alınan kurbanların etinden yapılan yemeklerle süslenirken, dağdan ovaya güç savaşları sürerken, bazı insanların kendilerini açlık greviyle yok etmesi, kimin umurunda Türkiye’de?
 
Yakınları ve “insanlık hâlinden” kaygı duyan bir avuç Don Kişot’un herhalde...
 
 
Aydın Engin, haber sitesi T24’teki yazısında şöyle yazdı:
 
 
“Sayıları binlerle ölçülen Kürt siyasi tutuklu ve hükümlüleri açlık grevindeler. Geçen ay, 12 Eylül’de önce 63 tutuklu Kürt siyasetçisi açlık grevine başladı. Onları binlercesi izledi.
 
 
Kimilerinizin belki de çoğunuzun haberi bile yok. Medyamız binlerce yurttaşımızın açlık grevinde olmalarında bir ‘haber değeri’ bulmadı. Kimileri görmezden geldi, kimileri ıkına sıkına tek sütunluk, ayrıntıdan yoksun haberlerle yasak savdılar.
 
 
Açlık grevini başlatanlar bugün 37. günü doldurdular.”
 
Bu yazı yayınlanalı, neredeyse bir hafta oldu.
 
 
Can, can veriyor, an be an, her nefesle.
 
Oysa “modernleşme” ve “demokrasi”, insanlığın kronik acılarına derman olacaktı, değil mi?
 
Bilkent Üniversitesi’nde “Türkiye” ve “Modernlik” kavramlarını çok heyecan verici, ilham verici şekilde işleyen bir ders veren hocam İhsan İlker Aytürk, Şükrü Hanioğlu’nun A Brief History of the Late Ottoman Empire (Son Dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun Kısa Tarihi) kitabında yer verdiği, 1750-51’de ve 1800-1801’de yaşamış 10 bireyin, ölümleri sonrası sahip oldukları malların kayda geçirildiği envanterleri aktarıyor.
 
Yeniçeri Ağası’nın oğlu Süleyman Ağa’dan, daha yeni genç kızlığa adım atarken ölen doktor kızı Ayşe’ye, şurupçu Artaşir Artosyan’a, afyon satıcısı Elhac Ömer’e, Osmanlı toplumunun insanları, “modernleşme öncesi”, sadece bir yastık, bir eşarp, bir kürk, bir fincan gibi son derece sınırlı eşyaya sahipler.
 
Bugün, orta sınıf bir vatandaşın sahip olduğu sayısız Çin malı eşyayı düşünün bir de...
 
O dönem Batı Avrupa’sındaysa, maddiyat ve sahip olmanın toplumsal bir “değer” olarak ön plana çıkışı ile buna paralel olarak gelişen mal edinebilme gücü, sıradan insanlar için bile, Osmanlı ile karşılaştırılamayacak boyutta. Bugünse, ne kadar enteresan ki, “eşya kültürü”, “bolluk tutkusu”, “alışveriş”, Türkiye’nin egemen “değerleri”.
 
 
“Can”, bir değer değil.
 
 
Değerli değil.
 
Sadelik, mütevazılık ise, mesela İskandinavya gibi, Batı Avrupa’nın da “Batısı” sayılabilecek modernleşmenin ileri boyutunda ülkelerle özdeşleştiriliyor.
 
Türkiye, “modernleşme” kavramı ile hesaplaşmadan, girdaplardan kurtulamayacak.
 
 
“Modernite”, kusursuz bir dünyanın anahtarı değil.
 
 
İnsanların zalim yüzü, birbirini ezme “tutkusu” da, modern dünyada, endüstriyel boyutlarda.
 
Bugünlerde, İstanbul’daki reklam panoları, her zamankinden farklı bir “reklam” için kullanılıyor. 1993’ten bugüne AB’ye girmeye çalışırken öldüğü belgelenen 16 bin 264 mülteci ve sığınmacının isimleri, toplam 49 sayfalık bir liste oluşturmuş.
 
Bu sayfalar da, Şişhane-Hacıosman metro hattındaki 100 panoda yer alıyor.
 
30 ekime kadar, bu isimlerin yarattığı utanç, gözümüzün önünde kalacak.
 
Sonrasında da, umarım, hafızalarda...
 
Irkçılığa karşı mücadele veren sivil toplum örgütü UNITED for Intercultural Action’ın projesinde yer alan sanatçı Banu Cennetoğlu, 2006’dan beri, “Liste”nin kayıp hayatlarının izinde.
 
“Liste’de” her isim (artık var olmayan) bir hayat.
 
Bu proje, Lara Fresko’nun koordinatörlüğünü, Esra Sarıgedik’in küratörlüğünü üstlendiği, Avrupa’da aşırı sağın yükselişi, “ötekilerin dışlanması”, Avrupa ve sınırlar konuları üzerine fikir yürütülmesini amaçlayan bir organizasyonun, “Ölçek, Mertebe, Tedbir”in bir parçası olarak İstanbul’da.
 
17 kasıma kadar devam edecek olan “Ölçek, Mertebe, Tedbir” de, yel değirmenlerine, onların öğütücü gücüne karşı bir başkaldırı.
 
Türkiye, AB konusunda, insan hakları sicilini düzeltmek, AB’nin içinde yer alarak, Avrupa içinde yaşanan haksızlıklar ve “modernliğin karanlık yüzüne” müdahale için bir şey yapmıyor ama “suça” ortaklık konusunda hiç geri kalmıyor.
 
 
“Ölçek, Mertebe, Tedbir”in tanıtım yazısında, şu sözler yer alıyor: “2012’de AB’nin sınır koruma organı Frontex’in Ankara ile imzaladığı bir memorandumla ‘Frontex ve sınır idaresi konusunda ehil Türkiye yetkilileri arasında işbirliği’ başlatıldı.”
 
Frontex görevlileri, “Liste”deki isimlerin bazılarını çekip vuranlar. “Modernite”ye, Türkiye katkısı kutlu olsun.
 
 
oneysezin@hotmail.com
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums