Haccac’ın Kâbe’ye bugünkü şeklini vermesi

  • 10.06.2014 00:00

 Kâbe, hem birinci hem de ikinci Mekke kuşatmasında tahrip olur. 683 yılındaki birinci kuşatmanın ardından tamamen, 692 yılındaki ikinci kuşatmanın ardından ise kısmen yeniden inşa edilir. Bu inşalar keyfi olarak yapılmamakla birlikte, kimi önemli farklılıklar içerir.

Kâbe’nin 605 yılındaki inşası

Kâbe’nin 605 yılında (yani Hz. Muhammed’in İslam öncesi hayatı esnasında) gerçekleşen inşası, bu konuda önemli bir tarihi örnek teşkil eder. 605 yılında, Kâbe’de bir yangın çıkar. Kâbe o gün itibariyle ahşaptan olduğu için, tamamen yanar. [1] Mekkeliler, Kâbe’yi yeniden inşa etmek üzere harekete geçerler. Şehrin takriben 85 kilometre batısındaki Cidde’de o günlerde bir Bizans gemisi karaya vurmuştur. Bu geminin ahşabı, yeni Kâbe’nin yapımında kullanılır. [2]

Yeni Kâbe, eskisinden farklıdır. Şöyle ki, eski Kâbe, yine küp biçiminde olsa da, insan boyunu çok fazla aşmayan, çatısız, ahşap bir yapıdır. Yeni Kâbe’nin yüksekliği ise, öncekinin takriben iki katı kadar olur. Yapımında ahşabın yanı sıra, taş da kullanılır. Yapının tavanı ise, hurma dallarıyla örtülür.

Bu Kâbe’nin yapımında (o tarihte henüz 35 yaşında olan) Hz. Muhammed’in de emeği bulunur. Hacerü’l-Esved’i Kâbe’nin doğu ucuna koyma şerefinin kime ait olacağı konusunda tartışma yaşandığında Hz. Muhammed’in bu soruna nasıl bir çözüm getirdiği hakkındaki meşhur anlatı da, bu inşa sürecinin son kısmına aittir. [3]

Mekke’nin fethi

11 Ocak 630 tarihinde müslümanlar Mekke’yi fethederler. Fethin hemen ardından, o gün itibariyle 25 yaşında olan yeni Kâbe’nin içindeki ve etrafındaki (360 tane olduğu rivayet edilen) putların tamamı kırılır. Bunun dışında, Hz. Muhammed, Kâbe’nin içine girer, ellerini İsa ve Meryem’in tasvir edildiği fresklerin üzerine koyar ve elleriyle işaret ettiği bu freskler haricindekilerin tamamının temizlenmesini ister. [4]

Kâbe’nin yapısında ise, herhangi bir değişikliğe gidilmez. Hacerü’l-Esved de aynen korunur.

Birinci Mekke Kuşatması (683)

683 yılında Emeviler, Birinci Mekke Kuşatması’nı gerçekleştirirler. Husayn bin Nümeyr komutasındaki Şam ordusunun mancınıklarla fırlattığı taşlar ve çıkan bir yangın sonucunda, Kâbe büyük hasar görür. Kimi duvarları yıkılır. Hacerü’l-Esved ise kırılarak üç parçaya ayrılır.

Suriye ordusunun sene sonunda Mekke’yi terk etmesinin ardından, Abdullah bin Zübeyr, zaten büyük hasar görmüş olan Kâbe’yi tamir etmek yerine yeniden inşa etmeye karar verir. Bu kararın bir nedeni de, annesi (ve birinci halife Hz. Ebu Bekir’in kızı) Esma’nın, Aişe’den naklettiği bir hadistir. Bu hadise göre, Hz. Muhammed, Mekke’nin fethinin ardından Aişe’ye, Kâbe’nin aslında orijinal şeklini korumadığını söylemiş, hatta insanların İslam’a yeni girmiş olmamaları durumunda Kâbe’yi yıkıp İbrahim’in inşa ettiği ilk şekliyle yeniden yaptıracağını söylemiştir.

683 yılındaki kuşatma esnasında Kâbe’nin kısmen yıkılınca, Abdullah bin Zübeyr, bu tahribatın böyle bir yeniden inşa için iyi bir fırsat sunduğunu düşünür. Mevcut Kâbe’nin 78 yıllık kısa geçmişine ve ağır hasarlı durumuna rağmen, bazı insanlar Kâbe’yi yıkma fikrinden yine de çekinirler. Hatta, Abdullah ilgili çalışmayı başlattığında, başlarına bir şey geleceğinden korkarak oradan uzaklaşanlar olur. Ancak daha sonra herhangi bir şey olmadığını görünce, geri dönerek ona yardımcı olurlar.

Abdullah, Kâbe’nin sadece duvarlarını değil, temelini dahi ortadan kaldırır. Bu yapıldığında, zeminde, “deve kadar büyük” ifadesiyle tasvir ettikleri kocaman taşlar görürler. [5] Ardından, Abdullah, Kâbe’yi, Hz. Muhammed’in takriben 50 sene önce izah ettiği şekilde yeniden inşa ettirir. Bu yeni Kâbe’nin belki de en önemli farklılığı, zemininin kuzeybatıya doğru takriben iki metre daha geniş olmasıdır. Bir başka deyişle, 684 yılının Kâbesi, Hatim duvarı [6] ile bitişiktir.

Bunun dışında, yeni Kâbe, 14 metre yüksekliğindedir. Duvarları taşlar ile örülmüştür ve bir tavanı da vardır. Abdullah, zemine diktirdiği üç yüksek sütun ile bu tavanı destekler ve böylelikle, tavanın bütün yükünün sadece duvarlara binmesini engeller. Ayrıca, Kâbe’nin kuzey ucuna, tavana çıkan ahşap bir merdiven yaptırır. Yeni Kâbe’nin (biri giriş, diğeri de çıkış için kullanılacak) iki de kapısı vardır. Bu kapılardan biri, bugünkü kapının olduğu yerdedir. Diğeri ise, bu kapının çaprazındaki köşededir.

Abdullah, bunlara ek olarak, kırılan Hacerü’l-Esved’in parçalarını yapıştırır, taşı gümüş bir mahfaza içine koyar ve yeniden eskiden bulunduğu yere yerleştirir. [7]

İkinci Mekke Kuşatması (692)

Emevi ordusu dokuz sene sonra (bu sefer Haccac bin Yusuf komutasında) yeniden Mekke’yi kuşatır. Ordu, şehri yine mancınıklarla taşlar ve Kâbe yine zarar görür.

Kuşatma bu kez Emevilerin zaferiyle sonuçlanır. Dolayısıyla, Kâbe’yi tamir etmek de Emevilere düşer. Kâbe’yi, (halife Abdülmelik bin Mervan’ın direktifleri doğrultusunda) Haccac tamir ettirir. Ancak, Haccac, tamirin bir parça ötesine geçerek, Kâbe’yi İslam öncesi haline yaklaştırır. İlk olarak, Kâbe’nin kuzeybatıya bakan duvarını yeniden geriye çekerek Hatim Duvarı ile Kâbe’nin arasını yeniden açar. Bu duvara bitişik olan ahşap merdiven yerine de, taştan, yeni bir merdiven yaptırır. Abdullah’ın açtığı ikinci kapıyı da taşla ördürerek kapattırır. [8] Birinci kapının ise alt kısmını (eskiden olduğu gibi) yerden yükselterek, ancak merdiven ile girilebilecek hale getirir.

Kâbe, Haccac’ın verdiği bu şekli, bugüne dek korur. Aradan geçen yüzyıllar içinde Kâbe çeşitli afetlerden zarar görse ve zaman zaman bakım altına alınsa da, neticede hep Emevilerin öngördüğü bu mimari esas alınarak onarılır. [9]

Müteakip tamirler

Hz. Muhammed’in Kâbe’yi yıkıp yeniden yapmaktan söz etmesi, Kâbe’nin taşına ya da ahşabına kıymet vermiyor olduğu şeklinde yorumlanmaya müsait. Ancak, insanların, 630 yılı itibariyle ancak 25 yıllık bir geçmişi olmasına ve bir önceki versiyonuna göre ciddi farklılıklar içermesine rağmen ilgili yapıyı bu denli benimsemiş ve dokunulmaz bellemiş olmaları özellikle dikkate değer. 684 yılında, Abdullah bin Zübeyr, büyük ölçüde zaten yıkılmış olan 605 yılı Kâbe’sini tamamen yıkmaktan söz ettiğinde bazı insanların korkup kaçmaları da aynı derecede ilginç. (Fil Vakasına dair anlatıların da bu korkuda etkili olmuş olması muhtemeldir.)

Bu çekinceye başka örnekler verebilmek de mümkün. 1600 yılı civarında Kâbe’nin Suriye’ye (ya da Hatim Duvarına) bakan duvarında çatlamalar olur. Konu, İstanbul’a bildirildiğinde, alimler ne yapacakları konusunda tereddütte kalırlar ve tamirat için cevaz vermekten çekinirler. Müteakip yıllarda ilgili duvarın yıkılma tehlikesi başgösterince, 1612′de Sultan I. Ahmed, tamir emri verir. Ne var ki, 1630 yılında büyük bir sel yaşanır ve Kâbe sular altında kalır. [10] Kâbe’nin yıllar içinde zayıflayan duvarları bu sele dayanamaz. I. Ahmed’in 18 sene önce tamir ettirdiği duvar, bu selde tamamen yıkılır. Diğer duvarlarda ise kısmı yıkımlar ve tahribat olur. Bu şartlar altında, daha geniş çaplı bir inşa ve tamir kaçınılmazdır. Ancak, inşa ve tamirde bulunanlar, mümkün mertebe aynı taşları aynı yerlerde kullanmaya ve 692 yılından bu yana varolan şekle sadık kalmaya çalışırlar. [11]

Bunun dışında, 1958, 1982 ve 1996 yıllarında Suudi Arabistan hükümetince Kâbe’nin farklı kısımlarında çeşitli tamiratlar gerçekleştirilir. Bu tamiratlar, Kâbe’nin taşlarının sökülmesini gerektirdiğinde, taşlar, tamir sonrasında tamamen aynı yere konabilmelerini temin edebilmek üzere numaralandırılır.

Bütün bu hassasiyetler, Kâbe’nin güçlü tarihi mirasına yönelik saygı itibariyle takdire değer olsa da, ilgili taşların önemli bir kısmının Haccac bin Yusuf gibi zalimliğiyle meşhur bir Emevi valisi tarafından döşetilmiş olması bir parça ironiktir. Özellikle, 1600′lü yıllarda tamir gerektiren ve sonra da yıkılan kuzeybatı duvarı, tamamen Haccac döneminin eseridir.

Bazı sorular

Acaba Kâbe bugün bir doğal afet neticesinde yıkılacak olsa, Haccac’ın öngördüğü ve 694 yılından beri varolan İslam öncesi şekliyle mi inşa edilir, yoksa Abdullah bin Zübeyr’in Hz. Muhammed’in tarifi doğrultusunda inşa ettiği 684 Kâbe’si mi ihya edilir? Bu sorunun cevabı herhalde çok fazla tartışma götürmez. Ancak, asıl sorular da zaten bu noktada başlıyor:

(1) Kabe’nin bugünkü mimarisinin ortaya çıkış şekline dair bazı rahatsız edici gerçekler ortadayken, geleneği terk etmeyi insanlar için bu denli zor kılan faktörler neler olabilir? Konunun aslında ilgili gerçeklerin yeterince bilinmemesinden ileri geldiği söylenebilir mi? Eğer sebep bu ise, İslam dünyasının bu konuda ciddi bir bilinç kazanması durumunda, olası bir doğal afetin ardından 694 değil, 684 Kâbe’sini inşa etmenin çoğunluk görüşü haline geleceği söylenebilir mi?

(2) Peki ya tarihi gerçeklere vakıf olmak zaten baştan insanların çoğunluğundan bekleyemeyeceğimiz bir şey ise? Yani, insanlar, çoğunlukları itibariyle, kendileri için önem arz eden kimi tarihi gerçekler hakkında bilgisiz ve meraksız iseler? Eğer durum bu ise, geleneğin hemen her zaman bir dinin orijinal prensiplerinin önüne geçmesi, hatta zaman içinde (istense dahi) dinden ayrılamayacak hale gelmesi kaçınılmaz olmaz mı?

(3) Bu şartlar altında, din ile gelenek arasına kesin bir çizgi çizilebileceğini düşünmek mümkün mü? Böyle yapmak yerine, gelenek ile şekillendiği bilinenler ve gelenek ile şekillenmemiş olması daha muhtemel olanlar gibi nisbeten daha temkinli ve mütevazı kategorilerden söz etmek daha gerçekçi olmaz mı?

(4) İlgili bir diğer önemli konu ise, dini gerçekliklerin algılanış ve anlamlandırılış şekli. Örneğin, Emevilerin Kâbe’nin mimarisi konusunda yaptıkları, İslami mirası şekillendiren gözle görülür bir tasarruf durumunda. Gözle görülür olması, aslında bu tasarrufu son derece basit ve anlaşılır kılıyor. Ancak, “Emeviler, dinin ve dini anlayışın bir parçası haline geldiği için bugün itibariyle fark dahi edemediğimiz neler yapmış olabilirler?” gibi bir soru soracak olsak, bu soruya herkes ancak kendince bir cevap verebilir.

(5) Günde beş defa taştan bir yapıya dönüp ibadet etmek, bu yapının fotoğraflarını duvarlara asmak, uzun yolculuklara çıkarak (etrafında dönmek üzere) bu yapıyı ziyaret etmek ve/veya hazır oraya gitmişken bu yapının hatıra fotoğraflarını çekmek gibi adanmışlık ifade eden davranışlara rastlamak zor değil. Bir yapıya böylesine merkezi ve kutsal bir önem atfedenlerin nasıl olup da bu yapının başına asırlar boyunca neler geldiğini, mevcut şeklini nasıl aldığını, içinde nelerin bulunduğunu ya da etrafındaki öğelerin ne mana ifade ettiğini merak etmedikleri sorusu da bu noktada önemli. Zira, bu büyük ilgi ve ilgisizliğin aynı anda varolması, bir çelişki olarak anlaşılmaya müsait. Ne var ki, inanç, düşünceden ziyade duyguyla ayakta duruyor ve o şekilde anlam buluyor ve yaşanıyor. Benzeri bir duygu merkezli tavır diğer dinlerin bağlıları arasında da yaygın. Tevrat ve İncil’de aktarılan pek çok tarihi hadisenin gerçeklerle örtüşmediğinin bugün net bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen yüz milyonlarca insanın halen dini inanç ve pratiklerini sürdürmeleri, biraz da bu duygusallık (ve bu duygusallığın cevap verdiği kimi insani ihtiyaçlar) ile ilgili.

(6) Bütün bunlar Kubbetü’s-Sahra hakkında bize neler söylüyor?

Sonsöz

Pilgrim sunrise
Pagan sunset
Onward journey begun…

––––––

[SONRAKİ YAZI: Sonuç]

––––––

Notlar:
[1] Yangın hadisesinden söz etmeyip, 605 yılında Kâbe’nin yeniden ve daha büyük bir şekilde inşa edilmek üzere bilinçli olarak yıkıldığını aktaran anlatılar da vardır.
[2] Yeni Kâbe’nin inşası öncesinde eskisinin kalıntıları tamamen ortadan kaldırıldığında, yapının zemininde “deve büyüklüğünde” yeşil taşlar ortaya çıkar. İbn-i İshak bu noktada, Lost dizisindeki hadiseleri andıran bir olağanüstü vakaya yer verir. Anlatıya göre, orada bulunanlardan biri bu yeşil taşlardan birinin kenarını bir parça kazar, ardından da elinde bulunan bir sert ve uzun bir cismi oraya saplar ve ilgili cismi kaldıraç gibi kullanarak taşı zemininden kaldırmak ister. Ancak, taşın bir parça kıpırdamasıyla birlikte, bütün Mekke sarsılmaya başlar. Bunun üzerine orada bulunanlar korkarlar ve bu taşlara dokunmazlar.
[3] Anlatıya göre, Hz. Muhammed, Hacerü’l-Esved’in bir örtü üzerine konmasını ve farklı kabilelerin temsilcilerinin örtüyü birlikte kaldırmalarını teklif eder. Örtü Kâbe’nin doğu köşesine getirildiğinde de, taşı kendisi örtüden alarak yerine koyar.
[4] İlgili fresklerin, Kâbe’nin 605 yılındaki inşası esnasında Mekkelilere yardımcı olan Kıpti bir sanatkar tarafından yapıldığı rivayet edilir.
[5] Bu anlatı, 605 yılına dair olanlarla aynı doğrultuldadır. Kâbe’nin temeli de ortadan kaldırıldığında zeminden bir ışığın yükseldiği yönünde anlatılar da vardır.
[6] Hatim Duvarı, Kâbe’nin Suriye’ye bakan tarafında, takriben 131 santimetre yüksekliğinde, yarım daire şeklindeki duvardır. Bu duvarın iç kısmı ile Kâbe arasında kalan bölgeye Hicr adı verilir. Hicr alanı, Kâbe’nin bir parçası kabul edilir ve bu nedenle, tavaf, Hatim Duvarının dışından yapılır. Hz. İbrahim’in karısı Hacer ve oğlu İsmail’in mezarlarının Hicr alanında olduğuna inananlar da vardır.
[7] Hacerü’l-Esved’in başına gelenler de hikayesi ayrıca yazılabilecek kadar detaylıdır. 930 yılının Ocak ayına denk gelen hac mevsiminde (İsmaili mezhebine mensup bir grup olan) Karmatiler, Mescid-i Haram’ı basıp binlerce hacıyı öldürürler. (Bu baskın esnasında, Kâbe’nin kapısını da tahrip ederler.) Karmatiler, baskının ardından, Hacerü’l-Esved’i alır ve (o yıllarda kendi kontrollerinde olan) Bahreyn’in Hecer adlı şehrine götürürler. Hacerü’l-Esved, 952 yılına kadar (yani 22 yıl) orada kalır. İnsanlar bu yıllar boyunca tavaf yaparlarken, Hacerü’l-Esved’in eskiden bulunduğu köşeyi sanki taş oradaymış gibi selamlamaya devam ederler. Hacerü’l-Esved’in Kâbe’deki köşesine geri konması ise, ancak Abbasi yönetiminin Karmatilere yüklü bir ödeme yapmasıyla mümkün olur. Bir de, 1932 yılının Nisan ayına denk gelen hac mevsiminde yaşanan hazin bir öykü vardır: Abdüssettar bin Abdülgaffar adlı Afganistanlı bir hacı, Hacerü’l-Esved’in bir parçasını koparmayı başarır. Abdüssettar, ayrıca, Kabe’nin örtüsünden bir parça kesip alır ve Zemzem kuyusuna inen merdivenlerin bulunduğu yerden bir iki küçük gümüş parça çalar. Abdüssettar yakalanır. Onu yargılayan Suudi makamlar, 8 Temmuz 1932 tarihinde kendisini idam ederler. Abdüssettar’ın Hacerü’l-Esved’den kopardığı parça, 31 Ağustos 1932 tarihinde düzenlenen, üst düzey devlet görevlilerinin de katıldığı bir törenle yerine yapıştırılır.
[8] Kâbe’nin dört duvarında bugün itibariyle 1614 tane taş vardır.
[9] Kâbe’nin mimari yapısını gösteren bir çizim için bkz.: Kâbe’nin mimarisi. Kâbe’nin içini gösteren bir dakikalık bir simulasyon videosu için bkz.: Simülasyon.
[10] Kâbe’nin bulunduğu yeri sel basması çok nadir değildir. Arabistan Yarımadası’nın güney kısmının coğrafi yapısı nedeniyle, Yemen tarafından gelen sular Mekke için her zaman sel tehlikesi oluşturur. Hatta, bu seller hac zamanına denk geldiğinde, hacıların yüzerek tavaf ettikleri de vakidir. 1630 senesini özel kılan, selin kendisi değil, Kâbe’ye verdiği zarardır.
[11] Mümkün mertebe aynı taşları kullanmaktan kasıt, sağlamlığını sürdüren taşları kullanmak ve yeni taşları, sadece kırılan ya da diğer nedenlerden ötürü iş görmez hale gelen taşların yerine kullanmaktır.

––––––

Yazı arşiviİslam’ın İlk Asrı konulu diğer yazılar

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums