- 8.05.2011 00:00
Bir tartışmayı değerli kılan, dile getirilen argümanların (birbirlerine karşıt da olsalar) bilgiye dayalı ve tutarlı olmalarıdır. 1937-38 Dersim hadiselerinin bir soykırım olup olmadığına dair bir tartışma izlediğimizi farz edelim... Böyle bir tartışmada, taraflardan biri, Dersim’de çocuk-kadın-yaşlı demeden toplu imha emri verildiğini, sağ kalan çocukların ise transfer edilerek Türklüğe asimile edildiğini hatırlatarak, yaşananların bir soykırım olduğunu öne sürebilir. Bir başkası ise, dönemin tek parti idaresinin Dersimlileri imha “niyet”inin merkezî otoriteyi tanımamalarından ileri geldiğini, Kürt-Alevi kimliğinin konu ile ilgisi olmadığını, dolayısıyla aynı tavrı Türk bir grubun sergilemesi durumunda da Mustafa Kemal’in izleyeceği politikanın yine pekâlâ katliam olabileceğini, bu nedenle de yaşananları soykırım olarak nitelendirmenin yanlış olduğunu iddia edebilir.
Böyle bir tartışma, makul bir zemine oturur. Ancak bir de, herhangi bir katkıda bulunmak şöyle dursun, cehalet izharından başka bir işlevi olmayan argümanlar var. 1915 söz konusu olduğunda Türkiye’de öne sürülen argümanların büyük bir çoğunluğu ne yazık ki bu minvalde:
Argüman: “I. Dünya Savaşı’nda kim kimi öldürmedi ki...”
Evet, doğru. Ancak bu, 1915’in bir soykırım olduğu ya da olmadığı anlamına gelmiyor. Hatta “II. Dünya Savaşı’nda kim kimi öldürmedi ki” de denebilir. Ama buradan hareketle bir Yahudi soykırımının yaşanmadığı sonucuna varılamaz. Ayrıca, (tıpkı Almanya örneğinde olduğu gibi) Osmanlı Devleti Ermenilerle savaşta değildi. Zira Ermeniler zaten Osmanlı vatandaşıydı. Türkiye halkı yeni yeni fark ediyor olsa da, diaspora ve Ermenistan Ermenileri Ermenistanlı değil, ekseriyetle Doğu Anadolulu. Dünyanın farklı yerlerinde Mersinli ya da Sivaslı Ermenilerin bulunmasının nedeni bu. Yani “diaspora” diye zihinlerimizde kötücülleştirdiğimiz insanlar, aslında eski hemşehrilerimiz oluyorlar!
Argüman: “Zaten o zamanlar soykırım diye bir suç henüz tanımlanmamıştı ki”
Doğru. Soykırımın bir suç olarak tanınması 1946 yılında oldu. Ama bu, 1945’e dek öldürülen Yahudilerin soykırım mağduru oldukları gerçeğini değiştirmiyor. İlgili soykırımın sorumluları ise, spesifik olarak soykırımdan olmasa da, insanlığa karşı işledikleri suçlardan hüküm giydiler. Ayrıca, dikkat edilirse, bu argüman soykırımı yadsımıyor. (Soykırım itirafı barındıran diğer popüler argümanlara örnek olarak “Öldürmeseydik Ruslarla işbirliği yapacaklardı” ve “Kabul edersek tazminat isterler” sayılabilir.)
Argüman: “Soğuktan öldüler”
Doğru, soğuktan öldüler. Ama sadece soğuktan ölmediler. Mesela açlıktan, susuzluktan da öldüler. Yolları üzerindeki köylerde rastladıkları fırsatçı ahaliye bir yudum su için kollarındaki bilezikleri vermek zorunda kaldıkları da oldu. Ama maruz kaldıkları gaspları, tecavüzleri, katliamları bir kenara bırakarak sormak gerekli: Bu ölüm yolculuğuna kendi istekleriyle mi çıkmışlardı? Yoksa “grubu kısmen ya da tamamen fiziksel bir tahribe uğratacağı hesap edilen hayat şartlarına” mı maruz bırakılmışlardı?
Argüman: “Onlar da bizi öldürdü”
Doğru değil. Doğrusu, “Bazı Ermeniler çok sayıda Türk ve Kürt öldürdü” şeklinde olmalı. Tıpkı bazı Türk ve Kürtlerin çok sayıda Ermeni öldürdükleri gibi... “Biz” ya da “onlar” şeklindeki genelleyici kategoriler, 1915’te İttihatçılarla işbirliği yapmak suretiyle tehcirden muafiyet kazanan Ermenileri ya da tehcir edilen Ermenileri evinde saklayarak ölümden kurtaran Türk ve Kürtleri gözardı eder. Ama bu argümanın asıl problemi, Ermeni çetelerin kimi yerlerde dehşet saçmış olmalarından hareketle onlarla aynı kimliği taşıyan herkesi tehcir etmeyi (ve fazlasını) mazur gösteriyor olmasıdır.
Argüman: “Ölenlerin sayısı iddia edilenden az”
Bir milyon değil de 200.000 insan ölmüş olsa, 1915’te yapılanlar daha mı kabul edilir olacak? Ya da, bir milyon Ermeni öldürseydik ama üç milyon öldürdüğümüz iddia edilseydi, o zaman da “Hayır! Sadece bir milyon Ermeni’nin ölümüne neden olduk!” diyerek mi kendimizi savunacaktık? Kaldı ki, bir olayı soykırım olarak nitelendirilebilmek için belli sayıda ya da oranda insan katledilmesi gerekmiyor. (“Soykırım yaptıysak neden hâlâ etrafta Ermeniler var?” argümanı da benzeri bir hata içeriyor.)
Argüman: “1915’te olanlar Cumhuriyet’i değil Osmanlı’yı ilgilendirir”
1923, başkaları için, M.E.B. sisteminde talim ve terbiye edilmiş olanlara göründüğü kadar büyük ve önemli bir milat olmayabilir. (Bu miladı, 4000 yıllık ordu ya da 166 yıllık polis teşkilatı ile övünürken bir anda unutuveriyor olmak ise, ayrı bir tutarsızlık.)
Düşünce egzersizleri
1. Yükselen milliyetçilikle birlikte Balkanları kaybedeceğini sezen Osmanlı Devleti’nin, 1910 yılında o bölgede 1915 ayarında bir “tehcir” politikası uyguladığını ve bu sayede bugünkü sınırlarımızın Macaristan’a kadar uzanabildiğini düşünelim... Böyle bir şeyi tercih eder miydik?
2. Bugün “Bir milyonu aşkın Ermeni’nin malına mülküne el koymak, ailesini parçalamak ya da canını almaktansa, Doğu Anadolu’da bağımsızlıklarını ilan etmelerini tercih ederdik” diyebilmek bizim için ne kadar kolaydır?
Asıl sorular bunlardır.
Yunus Emre edebiyatı yapmak kolay, bu gibi soruların içerdiği imalarla yüzleşmek zordur.
taraf@serdarkaya.com
Yorum Yap