- 14.06.2023 09:00
Cumhuriyetin özellikle ideolojik temelleri, daha kurulmadan on yıl önce, İttihat Terakki’nin (1913) Babı Ali baskınıyla, şekillenmişti.
O darbeyle, sadece Osmanlı’nın yönetme hakkı elinden alınmamış, aynı zamanda on yıl sonra -1923- kurulacak TC’nin de ideolojik ve politik yol haritasını da çizilmişti.
İttihat Terakki Cumhuriyetin kurulmasına daha 8 yıl varken -1915’te- Ermeni Soykırımını, 1919- 1921 Pontus Soykırımını gerçekleştirmiş, bir “Halklar Mozaiği” olan Anadolu’nun Gayrı Müslim Halklarını büyük ölçüde imha etmiş, ya da sürgüne göndermişti.
Sözün özü: Cumhuriyet kurulduğunda, Müslüman olmayanlardan geriye pek bir şey kalmamıştı!
Biz, Cumhuriyetin bilmem kaçıncı kuşağı çocuklar, okul çağına geldiğimizde, okuma yazma, Türkçe, matematik, tarih gibi dersler almaya başladık.
Bu dersler ortaokul ve lisede de devam etti.
Okuma yazma, matematik gibi pozitif bilimsel derslerde sorun olmadığını, ama tarih, edebiyat ve diğer sosyal konulu derslerin, bayağı sıkıntılı olduğunu, sonraki yıllarda hissettik.
İlerleyen yıllarda –kendi çabamızla- öğrendiğimiz tarih bilgisinin resmi tarihle örtüşen hiçbir yanı yoktu. Anadolu Halklarının başından neler geçtiğini, bize öğretilen tarihte bunların neden yer almadığını “büyüdükçe” öğrenecektik.
Yani, bizi 5-6 kuşak, aynı tedrisattan –eğitimden- geçirdiler. Gerçek bir tarihi hiç öğretmeden yetiştirdiler
“Yetişkinler” olarak böyle başladık hayata.
Öğrendiğimiz tarih bilgisine, buna bağlı olarak oluşan tarih bilincimize göre şekillendik.
Hepimiz Türk, hepimiz –sünni- Müslümandık.
Alevi olmayanlar olarak, Alevileri bayağı sonra tanıdık!
Kürt olmayanlar olarak Kürtleri de!
Yetişkin olduk ve “aynı torna tezgahından çıkmış” gibi dağıldık politik yaşamın içine.
Farklı bir tarih bilgimiz çok sınırlıydı. Resmi tarihten kuşkuluyduk
Farklı tarih bilincimiz de öyle. Tarih bilincimiz de soru işaretleriyle doluydu.
Bu ideolojik şekillenişle çeşitli politik parti ve örgütlere dağıldık.
Kimimiz A, kimimiz B, kimimiz de C partisinin üyesi ya da seçmeni olduk. Ama konu, Ermeni Soykırımına, ardından Kürt Sorununa geldiğinde, tam o momentte partilerimizin ayrı olmasına rağmen, birbirimize ne kadar çok benzediğimizi fark ettik.
Oysa resmi ideoloji temelli sınıf düşmanı partilere karşı olan öncü sosyalistler de bu topraklardan çıkmış, 1960 yıllarda bu coğrafyada hem parlamenter –TİP- hem de sivil alanda –DEV GENÇ ve diğerleri gibi- önemli bir güç ve değişim rüzgarı yaratmış, önderleri imha edilmişti. (Deniz, Mahir, Kaypakkaya ve yoldaşları)
Ardılları –içinde benim de olduğum78 kuşağı- daha da kitleselleşti.
12 Eylül 1980 darbesi öncesi, dünyanın en örgütlü faşist hareketi bu coğrafyadaydı. 16 milletvekili, yüzlerce derneği, binlerce silahlı sokak militanı olan, tüm militarist kurumlarla birlikte çalışan bir örgüttü.
Çatışmalar da bu anlamda çok sertti. Çok insan öldü.
O devrimci kuşağı yenmek için de -12 Mart 1971 gibi- 12 Eylül 1980’de yeni bir darbe yapıldı.
50 idam, yüzlerce işkence ve sokak infazı, yüz binlerce tutuklama ve mahkumiyet, on binlerce sürgün.
Devamı politik ve ideolojik şaşkınlık dönemi…
Ardından, -9 yıl sonra, 1989- benim “Devlet Kapitalizmi” dediğim, “Sovyet Sistemi”, ya da “Reel Sosyalizmin” çöküşü.
Yeni bir ideolojik yıkım…
Hem TC’nin, hem de Sosyalizmin resmi tarihinin “anlaşılmazlığı”
İki ideolojinin de “nasıl adlandırılması gerektiğine dair” yeterli bilgi birikimi ve bilincin oluşmayışı…
Kısacası, Türkiye coğrafyasındaki sosyalistlerin çifte çöküntünün altında kalışı…
O ideolojik yıkıntının aşılamamasının bizi bugünlerle tanıştırması…
Not: Bu yazı esas olarak –hatta sadece- sürecin ideolojik boyutuna vurgu yapmak için yazılmıştır. Herkesin bileceği üzere, sadece ideolojik mücadele ile toplumsal mücadele kazanılamaz.
* DEVAM EDECEK
Yorum Yap