- 23.02.2016 00:00
Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerde yeniden gergin bir döneme girildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkan Obama'ya sesleniyor: “Eyy Amerika! Bizimle mi berabersiniz, yoksa terör örgütü PYD ve YPG ile mi?..” İki başkent, Erdoğan ile Obama arasındaki telefon konuşmasının içeriğini farklı yansıtıyor: Ankara'nın açıklaması, Obama “meşru müdafaa hakkının altını çizdi” diyerek, Türkiye'nin Suriye'ye kara harekâtı düzenlemesine destek verdiğini ima ediyor. Washington'ın açıklamasında ise “meşru müdafaa”dan söz edilmiyor. Tolga Tanış'ın Washington'dan bildirdiğine göre, kritik görüşmede Obama, ne YPG'ye yönelik bir kınamada bulundu, ne YPG'ye desteğin sona ereceğine dair bir söz verdi ne de Suriye'de bir sınır ötesi kara operasyonuna yeşil ışık yaktı. (“Gerçekler”, Hürriyet, 21 Şubat) Erdoğan yönetimi son Ankara saldırısını “PYD yaptı” diyor; Obama yönetimi doğrulamıyor.
Kuşku yok ki bu, Ankara ile Washington arasında yaşanan gerginliklerin ilki değil. Bunların başlıcaları 1962'de Küba krizi, 1967'de Kıbrıs, 2003'te Irak'ın ABD tarafından işgali nedeniyle yaşanmıştı. Müttefikler arasında bu tür gerginlikler yaşanabiliyor, zira değişen uluslararası koşullar iki ülkenin ulusal çıkarlarını farklılaştırabiliyor; iki ülkede de farklı politikalar izleyen liderler iktidara gelebiliyor, aynı liderler politikalarını değiştirebiliyor.
11 Eylül olmasaydı Başkan Bush, Irak'ı işgal etmeyebilirdi. Ankara'nın destek vermemesi Bush'un ilk iktidar döneminde ilişkileri gerdi, ama ikinci döneminde ilişkilerde pürüz kalmadı. “Arap Baharı”na kadar Obama, Türkiye ile “model ortaklık”tan söz ediyordu; Erdoğan da “komşularla sıfır problem” politikası izliyordu. Sonrasında Erdoğan, Suriye'de rejim değişikliği politikası benimsedi, Obama ise “Esad gitmeli” diye başlayıp, sonunda Suriye'de inisiyatifi Rusya'ya (ve İran'a) terk etti.
Obama'nın izlediği politikaların Suriye trajedisinde önemli sorumluluğu olduğu muhakkak. Bugüne kadar 250 bin kişi can verdi; 4,5 milyon kişi ülkeyi, 6,5 milyon kişi evini terk etti; yüzbinlerce mültecinin kapılarına dayanması AB'yi sarsıyor; 2,5 milyon Suriyeli sığınmacı Türkiye'de istikrarı tehdit ediyor. Kimilerine göre bu durum Obama'nın tutarsızlık ve kararsızlıklarından kaynaklandı (Bkz. Roger Cohen, “Amerika'nın Suriye utancı”, NYT, 8 Şubat). Kimilerine göre de ABD, başından itibaren Suriye sorununun Rusya ve İran'la anlaşarak çözümünü ve İsrail'in çıkarları için Suriye'nin olabildiğince tahrip olmasını tercih etti. (Bkz. Halit Al–Dakhil, El Hayat, 12.07.2013. Bu yoruma 20.07.2013 tarihli yazımda dikkat çekmiştim.)
Suriye'nin bu hale gelmesinde Erdoğan yönetiminin sorumluluğu da azımsanamaz. “Komşularla sıfır problem” politikasından ayrıldı. ABD'nin rejim değişikliği için Suriye'ye müdahale edeceği beklentisine kapıldı. Olmayınca Esad muhaliflerine her yoldan destek verdi. PYD ile diyaloğu terk etti; Suriye Kürtlerini düşman ilan edip kendilerine başka müttefikler aramaya itti. Savaş uçağının düşürülmesiyle Rusya ile ilişkiler bozulunca, Suriye politikası tümüyle duvara tosladı.
Ankara–Washington arasındaki güven bunalımı nereye varabilir? Bundan böyle ABD'nin Türkiye'ye ihtiyacı azalabilir. Ankara eski büyükelçisi Robert Pearson'a göre, “2016 ABD'nin Ortadoğu'daki politikalarını Türkiye'ye daha az güvenerek şekillendireceği bir yıl olabilir.” (Bkz. Tolga Tanış'ın yazısı.) Buna karşılık, özellikle Rusya ile bozulan ilişkiler sonrasında, Türkiye'nin genel olarak Batılı müttefiklerine ve özellikle ABD'ye olan ihtiyacının düne nazaran bugün daha büyük olduğu muhakkak.
Ankara'nın gerek iç, gerekse dış politikasını istikrar ve ülke bütünlüğünü güven altına alacak şekilde, köklü olarak gözden geçirmesi ihtiyacı geldi kapıya dayandı. Ancak bu ihtiyaç nasıl karşılanacak, bilemiyoruz.
Yorum Yap