- 9.02.2016 00:00
AKP'nin kurucu ve önde gelen liderlerinden; 2002–2007 arasında TBMM Başkanlığı, 2009–2015 arasında başbakan yardımcılığı yapan Bülent Arınç, yaklaşık bir yıl önce yaptığı bir konuşmada parti yönetimine tarihi uyarılarda bulunmuştu:
“Haksızlık yapmamış olmak lazım. Haktan yana olmak lazım. Bu unsurları yaşatırsak bizi top tüfek yıldıramaz… Emanet ehlinde olmalı. Onun bunun yakınında, tarafında, şurasında, burasında kesinlikle olmaz… Yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50'de bir nefret söylemine dönüşüyor… Kemikleşme kamplaşma var. Bu bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir… Bağırarak, çağırarak, küçülterek onu güçsüz kılarak bir noktaya getirdiğiniz zaman, misal doğru mudur bilmiyorum ama kediyi çok sıkıştırırsanız sonunda yüzünüzü tırmalar.” (CNN – Türk, 8 Şubat 2015)
Yaklaşık bir yıl, arada AKP'nin (1 Kasım 2015'te) yüzde 50 oy alma başarısını tekrarlamasından sonra Arınç'ın yönetimi uyardığı tehlikelerin hepsi gerçek oldu. Yürütmenin denetimine giren yargıyla hak, hukuk, adalet kalmadı. Yönetim ehil değil, “onun bunun yakınında, tarafında” olanların elinde. “Kemikleşme, kamplaşma” had safhada. Ülke “bağırarak, çağırarak, küçülterek…” yönetilmeye çalışılıyor.
İçeride 1990'lara benzer bir şiddet ortamı ülkeyi kasıp kavurmaya başladı. Türkiye Cumhuriyeti komşularıyla belki hiçbir zaman bugün olduğu kadar gergin ilişkiler içinde, Ortadoğu'da savaşın içine çekilme tehdidiyle bu denli karşı karşıya olmadı. Ekonomide de tehlike işaretleri artıyor. Sermaye çıkışları hızlandı; ihracat geriliyor; turizm gelirleri başaşağı gidiyor; enflasyon yükseliyor; Türk Lirası'nın değeri azalıyor…
Ülke giderek yönetilebilir olmaktan çıkarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan sorumluluk sanki anayasadaki parlamenter sistemdeymiş, başka hiçbir sorun yokmuş gibi başkanlık sistemine geçilmesini temel hedef haline getirdi. Gerçek şu ki, bu ülkede bugüne kadar seçimle gelen hiçbir iktidar, AKP iktidarı kadar büyük bir desteğe sahip olmadı, bu kadar denge ve denetimsiz kalmadı, yargıyı ve medyayı bu denli kendisine bağlamadı, yetkileri bu denli elinde toplamadı. İktidarın başarılı olmasını engelleyen ne var ki, “Türk biçimi” başkanlık sistemi getirilmek isteniyor? Bana göre başkanlıkta ısrar, Türkiye'nin yönetilemez hale geldiğinin, yönetim zaafının itirafı.
Mevcut anayasa bir süredir, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözleriyle, “bekleme odasında,” başkanlık sistemi “fiilen” uygulanmakta. Fiilen uygulanan başkanlık sisteminin ne denli keyfi, otoriter ve yozlaşmış bir yönetime yol açtığını yaşayarak gördük. Anayasayla tahkim edilecek, “Türk biçimi,” yani “kuvvetler ayrılığının yürütmenin ayağına dolanmadığı” türden bir başkanlık sisteminin Türkiye'yi tam otokratik bir yönetim altına sokacağı muhakkak.
Erdoğan diyor ki, “Başkanlık sistemi bu ülkenin tarihinde var olan, adı ne olursa olsun fiili uygulaması bulunan bir yönetim tarzıdır…” (6 Ocak 2016) Kastedilen ancak padişahlık ve tek–parti dönemleri olabilir. 21. yüzyıl Türkiye'si ne padişahlığı, ne de tek–parti yönetimini kabul eder. Erdoğan diyor ki, “Almanya parlamenter sistemle yönetiliyordu, buna rağmen Hitler gibi bir diktatör ülkenin başına musallat oldu.” Hiç kuşku yok ki, gerek parlamenter, gerekse başkanlık sistemlerinin, yöneticilerin yetkilerini kötüye kullanmaları sonucu yerlerini diktatörlüğe bıraktığı görülmüştür. Bugün Türkiye'de büyüyen tehlike de zaten bu değil midir?
Cumhurbaşkanı ve yandaşlarının bir iddiası da, Başkanlık sisteminin ülkeyi “uçuracağı”… Türkiye ancak ve ancak demokratikleştiği, hak ve hukuk güven altına alındığı sürece “uçabilir.” Buna AKP'nin kabaca 2011'e kadar süren ilk iktidar döneminde tanık olmadık mı?
Yorum Yap