- 19.11.2015 00:00
MHP'nin iktidarı yeniden AKP'ye vereceğinin anlaşılmasından, hele 1 Kasım sonrasında iktidarın keyfilikte fütursuzlaşmasından bu yana kendi kendime soruyorum:
Burası benim bildiğim, tanıdığım Türkiye mi, yoksa başka bir ülkeye mi geldim? 2011 genel seçimlerinden bu yana yaşadıklarımız muhakkak ki Türkiye'nin evet, iniş ve çıkışlı ama Tanzimat'tan bu yana iki yüzyıla yaklaşan, hukuk devleti, anayasal yönetim, çok partili düzen, Batı demokrasileriyle bütünleşme birikimiyle ilerleyen demokratikleşme sürecine tümüyle ters.
Ne yazık ki çevremde yine Türkiye'nin hiçbir zaman demokratikleşemeyeceğini çünkü İslam ile demokrasinin bağdaşmadığını, tek adam yönetiminin İslam'ın fıtratında olduğunu ileri süren oryantalist görüşlere tanık oluyorum. Ya da Türkiye'de seçmenin üçte ikisi muhafazakâr cenahtadır ve bu hiç değişmez diyenlere… Sanki 2011'den bu yana sergilediği zihniyetle Erdoğan, Menderes–Demirel-Özal çizgisinin devamıymış gibi…
İslam inancının demokrasiyle bağdaşmadığı iddiasının temeli yok. Dünya Değerler Araştırması, İslam ülkelerinde halkın büyük çoğunluğunun özgürlük ve demokrasi talep ettiğini ortaya koyuyor. Demokrasiyle bağdaşmayan İslam değil siyasal İslam. Arap halklarının 2011'de otokratik yönetimlere karşı özgürlük ve demokrasi için ayaklandığı unutulmamalı. “Arap baharı”nı boğanlar, da radikal İslamcılar oldu.
Osmanlı, Tanzimat'tan II. Meşrutiyet'e uzanan dönemde, inişli çıkışlı bir yoldan hukuk devletini ve demokrasiyi yerleştirme sürecini yaşadı. Bu süreci tersine çeviren, İslamcılar değil otoriter milliyetçi ve laikçi (yani İslam'ı kalkınmaya engel gören) projeleriyle İttihatçılar ve Kemalistler oldu. Türkiye 20. yüzyılın büyük bölümünü farklılığa saygıyı reddeden bir askeri vesayet rejimi altında geçirdiyse, bunun sorumluluğu da İslam'da değil Kemalizm'in otoriter modernleşme anlayışında yatar.
2011 seçimlerinden bu yana yaşadığımız yönetimde keyfileşme, otoriterleşme ve yozlaşmayı İslam inancıyla açıklamak da büyük bir yanılgıdır. AKP'yi iktidara taşıyan “İslamcı gömleğini” çıkarıp, AB kriterlerini, yani temel hak ve özgürlükleri hakim kılmayı vaat etmesi oldu. Gün geldi halk arasında AB üyeliğine destek yüzde 70 – 75'lere kadar tırmandı. Evet AKP iktidarı yaptığı demokratik ve ekonomik reformlarla 2007'de yüzde 47, 2011'de yüzde 50 oy aldı, ama 2009'da ekonomik sıkıntılar arttığında oy oranı yüzde 38'e kadar indi.
AKP iktidarının 2011'den itibaren otoriterleşmesine halktan gelen itirazlar gecikmedi; 2013 yazındaki Gezi Parkı gösterileriyle kendini ortaya koydu. 17 / 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması halka, AKP iktidarının sadece otoriter değil aynı zamanda gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşmış olduğunu da gösterince, 7 Haziran seçimlerinde AKP'nin oy oranı yüzde 40'a indi. Muhalefet partileri güç birliği yapma dirayetini gösterebilselerdi, AKP iktidarının sonu gelmişti. Ne var ki bir yandan MHP'nin sergilediği tutarsızlıklarla, öte yandan PKK ile tırmanan çatışmalar ve IŞİD'in hunhar terör eylemleriyle korkutulan halk, partiler arasında son derece eşitsiz koşullarda yapılan, basın özgürlüğünün ayaklar altına alındığı bir seçim kampanyası sonunda, 1 Kasım'da AKP'ye yeniden tek başına iktidar imkanı tanıdı. Seçmenin önemli bir bölümünün korkuyla, kerhen oy verdiği, en az yarısının büyük tepki duyduğu bir iktidar uzun ömürlü olamaz.
Evet, rahmetli Çetin Altan geçen haziranda kutladığı 88. yaş gününde “Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan. Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi…” derken haklıydı. Ama arkasından hemen eklemişti: “Gene de bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzil-i maksuda ulaşılamasa da çok yol katettik...” Elbette ki gidilecek daha çok yol var. Demokrasi, uğrunda mücadele edilmeden kazanılamıyor.
Yorum Yap