- 27.10.2015 00:00
7 Haziran'da Halkların Demokratik Partisi, HDP'ye oy vermiştim. 1 Kasım'da da oyumu tereddütsüz HDP'ye vereceğim.
7 Haziran'dan bu yana HDP'yi tercih nedenlerim çok daha netleşti. Bunların başta geleni, PKK'ya “hayır!” diyor olmam. 1980'lerde ortaya çıkışından bu yana, her zaman PKK'ya “hayır” dedim. Çünkü en azından 1970'lerden bu yana şiddetin, silahların kararlı düşmanıyım. Hiç tereddüdüm yok: Şiddet, şiddeti doğurur. Şiddet sorunları çözmediği gibi, içinden çıkılmaz hale getirir. Sorunlar, öldürerek çözülemez, konuşarak çözülebilir.
Türkiye'de birçok Kürt ve hatta Türk'e göre, eğer PKK 1978'de kurulup 1984'ten itibaren silahlı mücadeleye başlamasaydı, Kemalist kimlik politikalarına sıkı sıkıya bağlı olan Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ülke halkının çok önemli bir parçasının Kürtlerden oluştuğunu, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerinin tanınması gereğini asla kabul etmeyecekti. Ben başından beri PKK'nın, Kürtlerin en değerli evlatlarının öldürülmesine, Kürt yerleşimlerinin yakılıp yıkılmasına, Kürtlerin göçe zorlanarak yurtlarından sürülmelerine çanak tuttuğunu; askeri vesayet rejiminin sürdürülmesini haklı göstermek için bir gerekçe, bahane olarak kullanıldığını söyleyen Kürtler gibi düşünüyorum.
Silahlı mücadele fikri belki en acımasız asimilasyon politikalarının uygulandığı, başka çare görülmediği yıllarda makul görülebilir; Soğuk Savaş'ın silahlı devrim fikrini yücelten ideolojik ortamında anlaşılabilirdi. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden, en azından sivil politikacıların “Kürt realitesini tanıyoruz” diyerek kimi reformlara öncülük etmelerinden bu yana PKK'nın silahlı isyanının, Kürt yurttaşların demokratik taleplerinin bastırılmasını meşrulaştırma amacına hizmet ettiği muhakkak. Abdullah Öcalan'ın dahi bu gerçeği görerek, 1990'lardan itibaren müzakereyle çözüm yolu aramaya başladığı söylenebilir.
Evet, PKK'nın İmralı'da hükümlü lideri Öcalan, 2013 Nevruzu'nda “Silahlı mücadele dönemi sona ermiştir…” dediğinde PKK'nın silahlara veda etmesine giden yolun açıldığı umuduna ben de kapıldım. Ne var ki Türkiye'de Kürt sorununun Türkiye'yi bir tek – adam yönetimine, bir kişi diktatörlüğüne götürmekte olan AKP iktidarı ile Öcalan arasında, “al başkanlık, ver özerklik” anlaşmasıyla çözülebileceğine bir an bile kanmadım. Her zaman şuna inandım: Kürt sorunu, ancak Kürt yurttaşların temel demokratik taleplerinin karşılanmasıyla çözülebilir; PKK'yı şiddetten vazgeçirmek için siyasi – demokratik mücadele yolunun açılması, militanlarına siyasi af ilanı gerekir. Bütünlüğünü korumak, istikrar ve huzur bulmak için Türkiye sadece kendi Kürtleriyle değil, bütün Kürtlerle barışmalı, hepsinin saygı ve dostluğunu kazanmalıdır. Eğer Kürtler bir gün Türkiye'den ayrılmak isteyecek olurlarsa da, buna sadece ve sadece demokratik yoldan, katılmayanların hakları güven altına alınarak karar verilebilir.
Eğer PKK şiddeti dün askeri vesayet rejiminin sürdürülmesini haklı göstermek için bir gerekçe, bahane olarak kullanıldıysa, bugün de Türkiye'yi keyfi, otoriter ve yoz bir tek adam tek parti yönetimine mahkum etme çabasının aracı olarak kullanıldığı, en azından 7 Haziran'dan bu yana daha iyi görülüyor olmalı. HDP, PKK'nın öncülük ettiği Kürt siyasi hareketi içinden doğmuş olabilir, ama zamanla onun zıddına dönüştü. Türkiye'nin bütünlüğünü ve demokratikleşmesini savunan, her şart altında silahlara karşı çıkan HDP, AKP iktidarının iddia ettiği gibi “PKK terör örgütünün uzantısı” değil, tam tersine PKK'nın zıddıdır. HDP'nin güçlenmesi demek, PKK'nın güç kaybetmesi demektir. Türkiye'de barış ve demokrasinin yerleşmesi, ülke bütünlüğünün güven altına alınması, PKK'nın etkisini yitirmesi için oyum HDP'ye.
Yorum Yap