- 27.08.2015 00:00
Hukuk devletinin yaklaşık ikiyüz yıllık, çok – partili hayatın yaklaşık yüz yıllık bir geçmişi olmasına rağmen, ne temel hak ve özgürlükleri, ne de güvencesi olan hukuk devletini yerleştirebildik.
Demokrasiyi yaşayarak öğreniyoruz. 2002'den bugüne uzanan AKP iktidarı altında da çok zengin tecrübeler edindik. 1 Kasım'da yapılacak “tekrar” seçime doğru giderken, AKP iktidarının öğrettiklerini, verdiği başlıca dersleri kısaca hatırlamakta yarar var.
2002 – 2011 arasındaki ilk dönemiyle başlayalım. Bu dönemde Türkiye zenginleşti, özgürleşti, “komşularla sıfır problem” politikasıyla dış itibarı hiç olmadığı kadar arttı; askeri darbe girişimleri önlendi, askeri vesayet sona erdi, asker fiilen sivil otoriteye tabi oldu; Kürt kimliğinin inkarı sona erdi, tanınması yönünde azımsanmayacak adımlar atıldı. Ülke belki Cumhuriyet tarihinde daha önce hiç görmediği kadar huzur buldu. Peki, bu nasıl mümkün oldu? Kısaca AB'nin siyasi ve iktisadi kriterlerine uyum sağlamak için benimsenen reformlar sayesinde.
Kabaca 2011'de başlayan ikinci dönemin dersleri ise saymakla bitmez. Bunların başta geleni, yönetimde keyfiliğin ve otoriterliğin mutlaka asker destekli olması gerekmediği; halkın oylarıyla gelen bir iktidarın da aynı ölçüde keyfi ve otoriter olabileceğinin görülmesi. Kimilerinin hala iddia edebildiklerinin aksine, askeri – bürokratik vesayet, seçimle gelen iktidarın elindeki gücü kötüye kullanmasını engellemek için bir güvence, denge – denetim mekanizması değildi. Sadece ve sadece Cumhuriyet'in “fabrika ayarları”nın, yani Kemalizm'in ve bürokrasiye tanınan ayrıcalıkların tahkimine yaradı. Askerin her müdahalesi, görece kısa sürse de, sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Bugün keyfi, otoriter ve yoz iktidarını sürdürmek için bir tür İslami Kemalizm'i benimseyen AKP'nin Cumhuriyet'in fabrika ayarlarını tahkim amacıyla askerle bir tür ittifak kurmasına tanık oluyoruz.
AKP iktidarının verdiği en büyük ders şu: Asker ya da sivil dayanaklı keyfi ve otoriter yönetime karşı yegane güvence (denge – denetim mekanizmasının), iktidarın seçimle belirlenmesi anlamında demokrasiyi; yurttaşların temel hak ve özgürlükleri demek olan insan haklarını; insan haklarına dayalı hukuk devletini ve azınlıkların saygı görmesini ve korunmasını güven altına alan kurumların yerleşmesi. Bunun için mücadeleye devam etmek zorundayız.
Bu iktidarın verdiği başka bir temel ders, “milli irade” kavramının ne denli kötüye kullanılabileceği. 7 Haziran'a gelinceye kadar AKP iktidarı “milli irade”yi seçmen çoğunluğunun iradesine indirgeyen, azınlıkta kalan seçmenlerin iradesini adeta yok sayan zihniyeti temsil ediyordu. 7 Haziran'dan sonra seçmen çoğunluğunu kendi iradesine uydurma çabasına girişen AKP'nin savunduğu “milli irade” kavramının demagojik niteliği olanca çıplaklığıyla ortaya çıktı.
AKP iktidarının verdiği yine başka bir ders, devletin Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) aracılığıyla dini tekeline alması, denetlemesi ve dini özgürlüklere kısıtlamalar getirilmesi anlamında (Kemalist) laikliğin, laiklik demek olmadığının daha iyi anlaşılması. Bu rejim düne kadar, modernleşmeye engel olduğu iddiasıyla dini inançların baskı altına alınması amacına hizmet ediyordu; bugün ise AKP iktidarının kendi İslam anlayışını tüm Müslümanlara dayatmasına hizmet ediyor. Gerçekten laik bir rejim için, dinle devletin ayrılması, DİB'in özerkleştirilmesi, insan haklarıyla, hukuk devletiyle çelişmediği sürece dini inançlar üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, tüm dini gruplara tüzel kişilik hakkı tanınması şart.
AKP iktidarının öğrettiklerine devam edeceğim.
Yorum Yap