- 16.10.2014 00:00
Bölgemizde, gerek kuzey gerekse güney komşularımızda fırtınaların estiği bir uluslararası konjonktürde yaşıyoruz. Demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını, azınlıklara saygıyı güçlendirerek iç barış ve istikrarın korunmasına en büyük ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz. Hal böyle iken iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başına çöreklenmiş dar bir klik, ülkeyi yozlaşmış, keyfi ve otoriter bir tek adam yönetimine doğru götürüyor.
Ülkenin fay hatları çatırdıyor. Türk-Kürt, Sünni-Alevi ve diğer tüm toplumsal bölünmeleri tahrik eden yanlışlarda ısrar edildiği gibi, Sünniler ve Kürtler dahi birbirlerine düşürülüyor. Eleştiriler bastırılmaya çalışılıyor. Demokratik rejimin vazgeçilmezi olan muhalefet, “Hainler, alçaklar, nankörler…” ithamlarıyla, açıkça “Susun, sizin aklınıza ihtiyacımız yok…” laflarıyla susturulmak isteniyor. Yaşadıklarımız, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyiyle bağdaşmaz duygusu uyandıran, adeta gerçeküstü bir manzara arz ediyor...
Yeni Türkiye palavrasıyla ülkenin yeniden eski günlere, 1990’ların acılı günlerine geri götürülmesine izin veremeyiz. Endişe verici gidişe karşı, baskı ve tehditlere boyun eğmeden eleştirilerimizi dile getirmek zorundayız. En tepe noktalardaki kamu yetkilileri dahi ardı ardına bu ihtiyacı dile getirmekte. Yargıtay Başkanı, 1 Eylül’deki Adli Yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada, yargıç ve savcılara yargı bağımsızlığına yönelik saldırılara karşı “Başınızı dik tutun!” çağrısı yapmakla kalmadı, yurttaşları, eleştiri özgürlüğünü kullanmaya davet etti: “İfade özgürlüğü demokratik bir sistemde iktidarı denetlemenin en önemli araçlarından birisidir. Bu yönüyle özgür basının da varlığı başta olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş için de sigorta niteliğindedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün en geniş tanındığı alan, devlete, kurumlarına ve politikalarına karşı yöneltilen eleştirilerdir.”
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, 1 Ekim’de Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) temsilcileriyle görüşmesinde gazetecilere seslendi: “En önemli, birinci derecedeki özgürlük, ifade özgürlüğüdür. Hatta bence, aşırı olacak ama, yaşam hakkından bile daha fazla değere sahiptir… Beni endişelendiren konu, Türkiye’de giderek artan kin ve nefret söylemi. Bu iklimin oluşmasında siyaset kurumlarının sorumluluğu var… Bu ortamda oluşan korku iklimi gazetecileri de etkiliyor. Temel hak ve özgürlükler konusunda mücadele gerekir. Gazeteciler de direnmeli. Pes etmemeleri gerekir.”
Nihayet, geçtiğimiz günlerde YÖK Başkanı, yani üniversitelerin en yüksek yöneticisi konumundaki Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, “Susturulmuş bir akademik camia var…” dedi. Çetinsaya, 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerinde üniversitelerin akademik tasfiyelere uğratılmasının ve devam eden yıldırma çabalarının bu duruma neden olduğuna işaret ettikten sonra, üniversite mensuplarına düşüncelerini açıklamaktan geri durmama çağrısı yaptı: “21. yüzyıl Türkiyesi’nde akademisyenlerin de doğru bildiklerini kamuoyuyla paylaşmaları gerekiyor. Çözüm ve Gezi sürecinde ‘akademik özgürlük nedir, ne değildir’ bunu çok vurguladım…” Disiplin yönetmeliklerinin eleştirilerini kaleme aldığı ya da fikrini açıkladığı için soruşturmaya uğrayan öğretim üyeleri üzerinde baskı aracı olarak kullanılmakta olduğunu söyleyen Çetinsaya’nın “Mevcut haliyle YÖK’ün buharlaşması gerektiğini” söylemesi ise 12 Eylül mirası YÖK kurumunun doğurduğu sorunların yasadaki bunca değişikliğe rağmen hâlâ aşılamadığının belki en çarpıcı ifadesi. (Al Jazeera Türk, 11 Ekim)
Ezcümle: İç barış ve huzurumuzun kökten bozulmasını önlemek istiyorsak, otoriterleşmeye karşı durma, sesimizi yükseltme zamanı.
Yorum Yap