- 30.09.2014 00:00
AKP hükümeti başörtüsü yasağını yükseköğretimden sonra ortaöğretimde de kaldırdı.
Yeni yönetmelikle “yüzü açık” olmak koşuluyla 10 ve üzeri yaştaki kız öğrenciler diledikleri gibi örtünebilecek; belki çarşafla da okula devam edebilecekler. Bu düzenleme, hükümet yandaşları tarafından özgürlük yönünde büyük bir reform olarak sunuluyor. Öyle mi?
Başörtüsü yasağının üniversite öğrencileri ve (belirli istisnalarıyla) kamu görevlileri açısından 2011 başlarında fiilen, sonra resmen kaldırılması, hemen hiçbir itirazla karşılanmadı, geniş bir mutabakatla kabul gördü. Çünkü tartışmalar sonunda büyük çoğunluğuyla toplum bu yasağın, inanç özgürlüğü ve eğitim hakkıyla çeliştiğini idrak etti. Son düzenlemeye ise hayli tepki var; geniş bir kesim, 18 yaşını doldurmamış, dolayısıyla yasa uyarınca ergen olmayan kişilerin özgürlüklerin öznesi olamayacağı gerekçesiyle bu uygulamaya itiraz ediyor. Bunu Erdoğan’ın “dindar bir nesil yetiştireceğiz...” söylemi; bütün okullarda imam hatip sınıfları açılacağına, karma eğitime son verileceğine dair haberler bağlamında değerlendiriyor ve dayatmalardan haklı olarak ürküyor.
Ben, çocukların eğitiminde vâsileri olan anbabaların tercihlerine saygı gösterilmesi gerekçesiyle başörtüsü yasağının ortaöğretimde de kaldırılmasını ilke olarak onaylıyorum. Ne var ki, yasağın konu gereğince tartışılmadan kaldırılmasını, AKP iktidarının “ben yaptım, oldu” dayatmasıyla uygulamaya konmasını, eğitimde artan dinî dayatmalar konusunda zaten bölünmüş olan toplumda kutuplaşmayı tahrik etmesi açısından sakıncalı buluyorum. Özgürlükçü bir reform olarak sunulması ise tümüyle demagojik...
Niye? Çünkü AKP iktidarı, özgürlükleri kısıtlamayı sürdürdüğü gibi eğitimde de anbabaların seçme özgürlüğünü kısıtlamayı sürdürüyor. Bunun en açık örneği, 12 Eylül anayasasıyla gelen zorunlu “Din kültürü ve ahlak bilgisi” dersinin, bütün inançlar (ve inançsızlar) hakkında bilgi verilen bir ders olarak değil, Diyanet yorumuyla Sünni İslam’ın öğretilmesi şeklinde uygulanması sürüyor. Başkası değil, AKP iktidarının ilk döneminde TBMM Milli Eğitim Komisyonu başkanlığı yapan, Diyanet İşleri eski Başkanlarından Tayyar Altıkulaç, zorunlu din dersi uygulamasının yanlış yapıldığı konusunda defalarca uyarılarda bulunduğunu söylüyor. (Hürriyet, 18.09.2014)
Alevi yurttaşların uzun yıllar boyunca verdikleri mücadele sonucunda AİHM bu şekliyle zorunlu din dersinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ters düştüğüne karar verdi. Bakalım hükümet bu kararın gereğini yerine getirecek mi? Bu arada şurasının bilinmesi gerekir ki, bırakın Avrupa Birliği üyelerini, Türkiye’nin kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin hiçbirinde zorunlu din dersi yok. Sadece Kıbrıs Rum Yönetimi’nde, o da Ortodoks çoğunluk için zorunlu din dersi uygulaması var.
Kürt yurttaşlarımızın birçoğu çocuklarının anadilde eğitim görmelerini talep ediyor. Anadilde eğitim Kürtlerin ortak, meşru, demokratik bir talepleri değil mi? Eğer ayrım yapmaksızın tüm anababaların tercihlerine uyulacak ise, bu talebin karşılanması, talep edilen yerlerde iki dilli öğretime geçilmesi için gerekli hazırlıklara başlanması çoktan gerekmez miydi? Hani asimilasyon insanlığa karşı suçtu!
Ya sekizinci sınıftan itibaren okutulan, Ermenilere karşı düşmanlık telkin eden, nefret suçu işleyen bölümler içeren İnkılap tarihi ve tarih ders kitapları hakkında ne demeli? (Bkz. Taner Akçam’ın Taraf gazetesinde 15 – 18.09.2014 tarihlerinde çıkan yazıları.) Söylenecek bir tek şey var: Bu kitaplar, başta Ermeni öğrenciler ve ailelerinden özür dilenerek derhal toplatılmalı!
Neticeten: Eğer özgürlük konusunda samimi iseniz, ayrımcılık yapmayın; tüm ana-babaların kimliklerine ve tercihlerine saygı gösterin! Her şeyden önce eğitimi bağnazlıkların değil, özgür düşüncenin gelişmesine hizmet eder hale getirin.
Yorum Yap