- 9.08.2014 00:00
Bir bölümünde CIA görevlisi olarak yaklaşık 40 yıl boyunca Türkiye ve Ortadoğu’yu araştıran Graham E. Fuller’ın Amerikalı bölge uzmanları arasında müstesna bir yeri olduğu muhakkak.,
Fuller’ın makale ve kitapları bölgeyi anlama gayretinde olanlar için vazgeçilmez okumalar. “Turkey and the Arab Spring: Leadership in the Middle East / Türkiye ve Arap Baharı: Ortadoğu’da Liderlik” (Bozorg Press, 2014) başlıklı yeni kitabı, özellikle Türkiye’ye ışık tutuyor. Burada kitabın olanca zenginliğini yansıtmam mümkün değil. Ancak önemli bulduğum argümanları üzerinde durmak istiyorum.
Hızla değişen Türkiye’de ve Ortadoğu’da siyaseti analiz etmenin artan güçlüklerini Fuller şöyle ifade ediyor: Bu kitabı 2010’da yayımlasaydım bölgede eşi görülmemiş bir kalkınmaya ve demokratikleşmeye sahne olan Türkiye’nin dikkatleri üzerinde topladığını vurgulardım. 2012’de yayımlasaydım, Arap Baharı’nın Arap ülkelerinde heyecan verici bir demokratik değişimi tetiklediğinin ve onları Türkiye ile yeni tür ortaklıklara götürdüğünün üzerinde dururdum. Oysa kitabı şimdi, 2014’te yayımlarken gerek Arap ülkelerinde, gerekse (geçici de olsa) Türkiye’de siyasetin “beklenmedik bir altüst oluş, belirsizlik ve eskiye dönüş” sürecine girdiğinin altını çizmek gereğini duyuyorum.
Fuller bugünün Türkiyesi üzerine aynen şunları yazıyor: “2013’e gelindiğinde beklenmedik yolsuzluk iddialarıyla ve siyasi gerginliklerle karşı karşıya kalan AKP iktidarının olağanüstü başarılarının miadını doldurduğu; başbakanın vizyonunu, şevkini ve siyasi maharetini yitirdiği görülüyor. AKP’nin önümüzdeki seçimlerde iktidarı kaçınılmaz olarak kaybetmesi gündeme girdi. Ne var ki, Türkiye’nin siyasi krizleri seçimler yoluyla çözülecek. Ve bütün çalkantılarına rağmen Türkiye hâlâ… bölgede güvenilir ve modern bir yönetim modeline sahip yegane ülke olma özelliğini koruyor.”
Buradan hareketle Fuller şu argümanı ileri sürüyor: Dünyada ulus devletler giderek yerlerini belirli çekim merkezleri etrafında bölgesel bütünleşmelere bırakmakta. Ortadoğu ve İslam dünyasında birlik arayışı kendini hissettiriyor. Bunun gerçekleşmesi için daha çok gidilecek yol varsa da, bölgedeki otoriter rejimlerin reform geçirmeleri şart olsa da, Türkiye ileride Osmanlı coğrafyasında ekonomik ve kültürel bütünleşmenin çekim merkezi olabilir. Zira sanayileşmiş ve globalleşmiş ekonomisi ve giderek yerleşmeye aday demokrasisiyle böyle bir bütünleşmeyi örgütleyebilecek niteliği haiz yegane ülke konumunda.
Fuller’ın argümanı bana müteveffa Samuel P. Huntington’un 1990’ların ortalarında ileri sürdüğü, Türkiye’nin AB ile beyhude bütünleşme arayışını bırakıp, bundan yoksunluğun büyük sıkıntılarını çeken İslam dünyasının liderliğine soyunması gerektiğine dair tezini anımsattı. Ne var ki bu tez 20 yıl önce ne kadar gerçekçilikten uzak ise bugün de o kadar öyle. Eski gücünü kaybetmişse de, bugün de Türkiye’nin AB’nin cazibe alanından çıkmış olduğu söylenemez. Öte yandan günümüzün haykıran gerçeği şu ki etnik ve mezhep temelli ayrımlar, Ortadoğu Arap ve İslam dünyasını bütünleşmeye değil parçalanmaya götürmekte.
AKP iktidarı bölgesel liderlik fikriyle flört ettiyse de Ankara bugün kendini bölgesinde büyük ölçüde tecrit olmuş halde buluyor. Öte yandan, büyük çoğunluğu itibarıyla Türkiye halkının daha müreffeh ve daha özgür yaşamanın ötesinde, bölgesine önderlik etmek gibi bir arzusu olduğu söylenemez. Evet, AKP iktidarı ilk iki döneminde Türkiye içeride uyguladığı demokratikleşme hamleleriyle, dışarıda AB hedefini yitirmeksizin bölge ülkeleriyle karşılıklı ekonomik bağımlılığı ilerleten, sorunlara diplomasi ve diyalog yoluyla çözüm arayan politikasıyla bölgesine bir esin kaynağıydı. Bugün gırtlağa kadar yolsuzluğa bulaşmış bir tek adam yönetimine doğru hızla ilerlerken, bu vasfını tamamen yitirdiği muhakkak.
Yorum Yap