- 17.07.2014 00:00
Bugün bir istisna yapmak, doğrudan siyasi olmayan bir konuda, futbol üzerine yazmak istiyorum.
İnsanlar sporu niye sever, niye imkân bulurlarsa spor yapmak ister? Çünkü spor tıpkı sanat, müzik, edebiyat, şiir, dans ve benzerleri gibi insanlar için kişiliklerini, yeteneklerini, becerilerini göstermenin, kendilerini ifade etmenin bir yoludur. Tıpkı görsel sanatlar gibi, sporda rekabet de insanlara seyir zevki verir. Futbol ise muhakkak ki dünyanın en popüler, en çok yapılan ve en çok seyredilen sporudur. Niye?
Çünkü futbol, sporların en demokratik olanıdır. Hemen her yerde, kâğıttan yapılmış topla bile oynanabilir. Brezilya’da oynanan son Dünya Kupası’nın gösterdiği gibi, ekonomik sıkıntı içinde olan Arjantin, hiç öyle olmayan Almanya’ya karşı final oynayabilir. 5 milyon nüfuslu, orta gelirli, nerede olduğu bile bilinmeyen Kosta Rika, çeyrek finale kalabilir. Uyuşturucu mafyasıyla ve gerillalarıyla ünlü Kolombiya, kupanın göz kamaştırıcı futbolcusunu, James Rordiguez’i çıkarabilir.
Futbolun profesyonel olanı da demokratikliğinden kaybetmez. Çünkü oyuncuların yeteneklerini, becerilerini geliştirmelerini teşvik eder; yukarı sosyal mobilite (amiyane tabirle) sınıf atlama için en etkin yollardan biridir. Futbol, takım taraftarlığıyla bir ülkenin her kesimden yurttaşları gibi dünya haklarını birbirine yakınlaştırır. Öyle ki Brezilya, Almanya’ya 7–1 kaybettiğinde, futbolun neredeyse oynanmadığı bir ülke olan Hindistan’ın Kerala eyaletindeki insanlar üzüntüden gözyaşları dökebilir, sabaha kadar uyumayabilir, esnaf kepenk kapatabilir, sakatlanan Neymar’ın Ayurveda tedavisi görmek üzere Hindistan’a getirilmesi için kampanya başlatabilir. (Bkz. Hindustan Times, 14.07.2014)
Başka hemen her şey gibi tabii futbolun da olumsuz yönleri var. Bunların başta geleni taraftarlıkta gözleri kör edebilen; kavgaya, şiddete yöneltebilen fanatizm, bağnazlıktır. Her alanda olduğu gibi futbolda fanatizmle de mücadele etmek gerekir. Ama herhalde fanatizme ve şiddete götüren her şeyin yasaklanması düşünülemez. Ben de bir futbolseverim. Hayatımda en çok severek yaptığım spor dallarından biri bu. Çocukluğumdan beri de Beşiktaş futbol takımını, her şart altında, tutarım. Beşiktaş, her zaman için gönlümün şampiyonudur. Milli takımla oynasa hangisini tutarım, denemeden bir şey söyleyemem. Uluslararası rekabette, elbette ki Brezilya ile de oynasa Türkiye milli takımını tutarım. Ama başka her durumda Brezilya milli takımını tutarım. Brezilya futbol takımını bütün dünyada en popüler yapan nedenlerin hepsi benim için de geçerlidir. Sanat için oynanan futbolu, teknik için oynanan futbola tercih ederim. Brezilya’yı görme şansına nail olan görece az sayıda Türk’ten biri olduğum; geçen ekim ayında futbol tapınağı Maracana (Marakına okunur) stadında maç seyretme heyecanını yaşadığım için de Brezilya sevgim pekişmiştir. Müzik, dans, aşk ve futbolu kaynaştıran Brezilyalılar, bana göre dünyanın en cana yakın toplumlarından biridir. Bütün bu nedenlerle, Brezilya takımının baştan itibaren tat vermemesine, ardından Almanya ve Hollanda karşısında bozguna uğramasına cidden üzüldüm. Brezilya Başkanı Dilma Rousseff’in (Sao Paulo muhabirimiz Kamil Ergin dostumdan duyduğum) temennisine yürekten katılıyorum: “Brezilya, ayağa kalk, tozunu silkele ve yeniden ait olduğun yere yüksel!”
Bu kupanın beni sevindiren yönleri Cüneyt Çakır’ın dünya klasında bir hakem olduğunu kanıtlaması, Mesut Özil’in de dünya şampiyonu takımın vazgeçilmez oyuncusu olmasıydı. Mesut, asimile olmadan entegre olmak ne demektir, herkese gösterdi. Vatandaşı olduğu Almanya’nın milli formasını giydi, ama milli marşını söylemedi. Şampiyonluk sevincini, Alman ve Türk bayraklarını yan yana koyarak yaşadı. Mesut gibi bir futbolcu ancak Almanya’da yetişebilirdi. Mesut’un Alman formasını tercih etmesi de sanırım bundandır.
Yorum Yap