Fark, karizma olabilir mi?

  • 14.06.2023 08:48

İfade ve örgütlenme, basın ve yayın özgürlüklerinin olmadığı yerde ne siyasal, ne de ekonomik istikrar sağlanabilir.

Tarihimizin biri TBMM üyelerini, diğeri (yürütmede tam yetkili) Cumhurbaşkanı'nı seçmek için 14 / 18 Mayıs 2023 günlerinde yapılan ilk ikili genel seçimlerin sonuçlarını hazmetmem biraz zaman aldı. Zor hazmettim, zira toplumu saran bunca adaletsizliğe, % 80'lere tırmanan enflasyona, yani korkunç hayat pahalılığına ve güvenilir sayılan kamuoyu yoklamalarına bakarak seçimi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı'nın kazanacağını tahmin ve umut ediyordum. Bunun nedenlerini de "Bilen, bölen değil birleştiren lider" başlıklı bir yazıyla okurlarla paylaşmıştım.
 
Şöyle diyordum:
"Kılıçdaroğlu, CHP bir yanda İYİP, öteki yanda HDP ile ittifak kurmadan, muhalefet geniş bir cephede birleşmeden ülkenin tek adam rejiminden kurtulmasının mümkün olamayacağını, kendisinin temel amacının da bunu gerçekleştirmek olduğunu" söylüyor. "Recep T. Erdoğan tarihe, iktidarının ikinci yarısında toplumu giderek kutuplaştıran lider olarak geçti. Kılıçdaroğlu ise, Türkiye siyasetine büyük bir yenilik getiren, toplumu 'birleştiren' lider olarak geçecek. Dini inançları, etnik kökenleri, siyasi tercihleri, ekonomik koşulları açısından çok parçalı Türkiye toplumunda siyaset, ancak birleştirerek, ittifaklar kurarak, güçbirliği yaparak önündeki sorunların üstesinden gelebilir. Nitekim denebilir ki Erdoğan da toplumu birleştirdiği, siyasi gücü paylaştığı ölçüde başarılı olmuştu; kutuplaştırdığı, iktidarı tekeline aldığı ölçüde kaybetmekte. Umarım birleştiren politikanın kazandığını göreceğiz. Umudumuz Kılıçdaroğlu." (T24, Konuk yazar, 9 Mart 2023)
 
Evet, seçimler beklentilerimin tersi sonuçlar verdi: Tek başına AKP'nin oy oranı (% 34.3), kazandığı ilk seçimdeki, yani 2001 seçimlerindeki oy oranının (% 35.6) da gerisine düştü ama, Erdoğan kurduğu Cumhur İttifakı'yla yeniden cumhurbaşkanlığını kazanmakla kalmadı, TBMM'de de açık ara çoğunluk sağladı. Açıkçası, bu sonuçlara Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisinin bile şaşırmış olabileceği aklımdan geçmedi değil. Zira bugüne kadar katıldığı seçim kampanyalarının hiç birinde bu denli yorgun olduğu, hele televizyon programlarında uyukladığı görülmemişti. Buna rağmen yine kazandı.
 
Niye, niçin, nasıl?..
Öncelikle, seçim yenilgisinden Kılıçdaroğlu'nun adaylığının sorumlu olduğuna dair yorumlara katılmadığımı belirteyim. Erdoğan'ın hakkında dava açtırarak Ekrem İmamoğlu'nun adaylığını bertaraf ettiği dikkate alındığında, adı geçen diğer adaylardan birinin (Ertuğrul Günay, İlhan Kesici, Muharrem İnce, vs.) başarılı olabileceğine de hiç ihtimal vermedim. TBMM seçimlerinde CHP geleneksel oy oranını (% 25) aşamazken, Kılıçdaroğlu'nun ilk turda % 45, ikinci turda % 48 oranında oy alması izlediği muhalefeti birleştirme politikasıyla mümkün oldu.
 
Kısacası, muhalefetin yenilgisinin Kılıçdaroğlu'nun eksiklekriyle değil, Erdoğan'ın fazlalarıyla açıklanabileceğini düşünüyorum. Cumhur İttifakı'nın çoğu kamuoyu yoklamalarının hilafına seçimleri kazanmasını açıklayan esas etkenlerin şunlar olduğunu sanıyorum:
 
1) Türkiye seçim haritalarında onyıllardan beri tekrarlanan bir örüntü var. Kabaca şöyle: Daha sanayileşmiş olan, kültürel değerleriyle laik bir rejimi tercih eden batı ve güney kıyıları ile Trakya çoğunlukla merkez sol'a (CHP'ye) oy verme eğiliminde. (Bu seçimde Ankara ve Eskişehir de bu bölgeye dahil olurken, dikkat çekici bir şekilde depremde yıkıma uğrayan Hatay dışına çıktı.) Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Güneydoğu bölgesi, kimliğini temsil ettiğine inandığı partilere (bu seçimde Yeşil Sol'a) oy vermekte. Geri kalan, çoğunlukla sosyo-ekonomik bakımdan daha az gelişmiş, tarım ağırlıklı, daha dindar çoğunluklu iller ise merkez sağ'ı (2001'den bu yana AKP'yi) tercih ediyor. Özetle, sosyo-ekonomik ve kültürel etkenler oy tercihlerinde ağırlıklı rol oynamakta. Bu tablo esas olarak değişmediğine göre, seçim sonucunda başka etkenlerin rol oynadığı anlaşılıyor.
 
2) Seçimlerin eşit koşullarda yapıldığı söylenemez. AKP ve müttefikleri iktidarda olmanın avantajlarını sonuna kadar kullandılar. Denebilir ki devlet iktidara çalıştı. Gerek devlet gerekse özel radyo ve televizyon kuruluşları ve yazılı basının büyük bölümü iktidar lehine çalıştı. (Örneğin sadece TRT son bir ay içindeki canlı yayınlarında Erdoğan’a 32 saat 42 dakika, ortağı Bahçeli'ye 25 saat 27 dakika süreyle yer verirken Kılıçdaroğlu’na yalnızca 32 dakika zaman ayırdı.) Türkiye nüfusunun dargelirli yaklaşık üçte biri geçimini sosyal yardımlarla sağladığı biliniyor. Bu kesim AKP iktidarı kaybedecek olursa sosyal yardımların kesilebileceğinden kuşku duymuş; bu nedenle "bilinen kötü"yü "bilinmeyene" tercih etmiş olabilir. Bu gözlemin 6 Şubat'ta yıkıma uğrayan deprem illeri (bu arada Hatay) için özellikle geçerli olduğu söylenebilir.
 
3) Ne var ki, yukarıda sayılan etkenler Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan'ın açık ara sayılamayacak başarısını, yani ancak yüzde 4 dolayında fazla oy almasını açıklamaya yetmeyebilir; seçim sonucuna daha marjinal başka faktörler etki yapmış olabilir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu'nun Alevi azınlığa mensup olmasının aleyhinde bir rol oynadığı düşünülebilir. İki aday arasındaki belirleyici farkın Erdoğan'ın sahip olduğu (Max Weber'in tanımladığı anlamda) 'karizma'dan (kabaca, insanları etkileme gücünden) kaynaklandığı düşünülebilir. Sosyal medyaya yansıyan, seçim sonuçlarını kutlayan taraftar görüntülerinin bunu ima ettiği muhakkak. Erdoğan'ın katıldığı kimi televizyon programlarında uyuya kalmasının, sağlığının yerinde olmadığını düşündüren haber, söylenti ve görüntülerin aleyhinde bir rol oynamadığı görüldü.
 
Seçim sonrasının en önemli gelişmesi, kuşku yok ki Erdoğan'ın son yıllarda uygulanan, Türkiye ekonomisini başta yüksek enflasyon, düşük büyüme ve artan gelir eşitsizlikleri gelmek üzere doğurduğu sorunlarla başbaşa bırakan, "faiz sebep, enflasyon sonuç" sloganlı, sabık Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin ifadesiyle "epistemelojik kopuş" niteliğindeki "heterodoks" ekonomi politikalarını kökten değiştirmeye karar vermiş olması.
 
Bunun sonucunda bakanlar kurulu bir iki istisnasıyla toptan değiştirilirken Hazine ve Maliye Bakanlığı'na 2009-2015 yılları arasında Maliye Bakanı, 2015-2018 yılları arasında ise ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan, "ortodoks" (piyasa yanlısı) ekonomi politikalarına bağlılığıyla tanınan Mehmet Şimşek; Merkez Bankası başkanlığına da Şimşek'in isteği üzerine (ilk kez bir kadın maliyecinin) ABD'de çeşitli finans kuruluşlarının yönetim kademelerinde görev alan Hafize Gaye Erkan getirildi.
 
Ekonomi politikalarında "ortodoks" politikalara dönüşü ima eden bu atamalar, son yıllarda izlenen politikaların büyük bir tahribata yol açmış olduğunun kabulü anlamına geliyor. Şimdi, gelecek yıl yapılacak olan yerel seçimlerin, çeşitli sosyal sorunlara yol açması beklenen, yüksek faiz ve sıkı para politikalarına dayalı uygulamalara izin verip vermeyeceği sorgulanıyor.
 
Bu bağlamda Prof. Dr. Selva Demiralp'ın sorduğu sorular gündeme geliyor:
"Seçim döneminde ve balkon konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan net şekilde düşük faiz politikasına devam mesajı verdi. Ortodoks politikalara geçilmesi durumda geçen hafta devam edeceği söylenen düşük faiz politikasından vaz mı geçilecek? Vazgeçilmeyecekse o zaman Mehmet Şimşek ve ekibinin fonksiyonu ne olacak? Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir süreliğine faiz artışlarına ikna edebilirse bile ortodoks bir zeminden çok uzaklara savrulmuş, kaynaklarını tüketmiş ve kredibilite kaybı yaşamış Türkiye ekonomisinin tekrar ortodoks bir çerçeveye oturtulmasının ağır maliyeti nasıl ödenecek? Yeni ekonomi ekibi kredibilite konusunda soru işaretlerini ortadan kaldırabilecek ve kaybolan kredibiliteyi yerine koyabilecek mi?" (BBC Türkçe, 4.6.2023)
 
Tabii benim gibi hukuk devletinden uzaklaşma mağdurlarının aklındaki esas soru ise, AKP'nin eski ekonomi bakanlarından, şimdilerde DEVA partisi genel başkanı Ali Babacan'ın haklı olarak üzerinde durduğu konuyla ilgili: "Hukukun olmadığı ülkelerde yine zenginler oluşur ama ülke topyekun zenginleşemez. Zenginleşebilmemiz için mutlaka gerçek anlamda bir hukuk devleti olmamız lazım. Bunun için de yargı reformu son derece önemli. Yargımızın tarafsız olması lazım, bağımsız çalışması lazım...”
 
Benim buna ekleyeceğim de, elbette ki yıllardır savunduğum husus: İfade ve örgütlenme, basın ve yayın özgürlüklerinin olmadığı yerde ne siyasal, ne de ekonomik istikrar sağlanabilir. Hukuk devleti güven altına alınmadan Türkiye önündeki sorunları aşamaz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar