- 17.03.2014 00:00
Başbakan'ın ve hükümetin Seferberlik Tetkik Kurulu'yla, Özel Harp Dairesi'yle, JİTEM'le, "faili meçhul" cinayetler işleyen timlerle hiçbir zaman ilkesel bir sorunu olmadı.
Tüm millî ve muhafazakâr Türk gençleri gibi, bütün hükümet üyeleri Türk devletinin kutsallığına, Türk ordusunun kahramanlığına, Türk'ün üstünlüğüne inanır.
Bu konularda Şener Eruygur, Veli Küçük ve İlker Başbuğ'dan farkları yoktur. Biraz daha dindardırlar, Mustafa Kemal'in bazı yaptırımlarını yanlış bulurlar, o kadar.
Önce Refah, sonra da AK Parti iktidara geldiğinde, önce Çevik Bir, sonra da Eruygur, Küçük, Başbuğ filan bu herifleri rahat bıraksaydı, devirmeye çalışmasaydı, Erbakan'ın da Erdoğan'ın da bu heriflerle bir sorunu olmayacaktı.
Generaller, başörtüsü Kemalist devlete karşı bir tehditmiş gibi davranmasaydı, AK Parti'ye "taşralı, bidon kafalı öküzler" gibi davranmasaydı, "ille de içki içeceksiniz, içmezseniz Cumhuriyetçi değilsiniz" diye zırvalamasaydı, hükümetin hiçbir generalle hiçbir sorunu olmayacaktı.
Tüm başbakanlar gibi, Erdoğan da memleketi askerler ve derin askerlerle birlikte babalarının çiftliği gibi yönetmek isterdi. İzin vermediler. "Şeriatçısın, karın başörtülü, kaba sabasın" diye vermediler.
Sanıyor ki Erdoğan, artık verecekler. Birlikte Cemaat'i halledeceğiz, sonra beraberce ülkeyi yöneteceğiz.
Erdoğan'ın Avrupa tarihini iyi bilmediğini tahmin ediyorum. Bilse, şu anekdottan bir ders çıkarır mıydı acaba?
İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Almanya, Çekoslovakya'nın bir bölgesini istila eder. Savaşın geliyor olduğu bellidir. Çekoslovakya işgaliyle İngiltere ile Fransa'nın önüne keskin bir ikilem konmuş olur: Ya Almanya'yı engelleyecekler, işgale karşı çıkacaklar ve Çekoslovakya'yı savunacaklardır. Ya da alttan alacaklar, savaş çıkmaması için Çekoslovakya'yı feda edip Almanya'nın yaptıklarına göz yumacaklardır.
İkincisini seçerler ve 1938 Münih Anlaşması imzalanır.
İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain Münih'ten Londra'ya döndüğünde, Anlaşma'yı imzalayarak savaş tehlikesini bertaraf ettiklerini, "Zamanımızda barış" sağladıklarını savunur.
Winston Churchill'in cevabı tarihe geçmiştir:
"Savaş ile onursuzluk arasında seçim yapmanız gerekti. Onursuzluğu seçtiniz ve sonuç yine savaş olacak."
Ve Churchill haklı çıkar tabii.
Bunları bilmediği için, Erdoğan karanlık bir hücrede otururken şu sonucu çıkaramayacak: "Bir seçim yapmam gerekti. Yolsuzluklarımın Cemaat tarafından ortaya çıkarılması sonucu devrilmek ya da Ergenekoncuları serbest bırakıp müttefik kazanmak. Ergenekoncuları bırakmayı seçtim ve sonuç yine devrilmek oldu."
Churchill şöyle demiş:
"Düşmanına ödün verip yatıştırmayı seçenler, bir timsahı besleyip en son kendisini yiyeceğini umanlara benzer."
Chamberlain hakkında demiş. Erdoğan'ı tanımıyormuş çünkü.
Roni Margulies
(İlk olarak Sosyalist İşçi'de yayımlanmıştır.)
http://marksist.org/yazarlar/roni-margulies/14301-timsahlari-beslemek
Yorum Yap