- 16.02.2013 00:00
Dünyanın ilk ve en özgürlükçü cumhuriyeti bugünün Amerika’sına nasıl dönüştü?
Kraliyete ve her türlü ayrıcalığa karşı her bireyin eşitliğini ve özgürlüğünü savunmak için İngiltere’yle savaşarak kurulan bir ülke, nasıl eşitsiz ve özgürlüksüz bir dünyanın jandarması hâline geldi?
Vatandaşların silah kullanarak hükümeti devirme hakkını tanıyan bir anayasa, dünyanın her yanında diktatörleri silah kullanarak destekleyen bir dış politikaya nasıl evrildi?
Dünya literatürüne özgürlüğün en çarpıcı tanımlarını armağan eden Thomas Jefferson, James Madison, George Washington gibi başkanlar Ronald Reagan, George Bush, Küçük Bush gibi mağara adamlarına nasıl dönüştü?
Bu yıl Oscar ödüllerine aday olan dokuz filmden dört tanesi bu sorulara cevap bulma yolunda ufak tefek ipuçları veriyor. Cevap sunmuyorlar elbet, ama en azından soruları gündeme getiriyorlar.
(Editörün Notu: Okuyucularımızda hayal kırıklığı yaratmak yayın politikamıza aykırı olduğu için önceden ikaz etmek isteriz: Bu yazıda yukarıdaki soruların cevapları verilmemektedir.)
Zero Dark Thirty ile Operasyon: Argo benzer filmler. Emperyal Amerika’nın beyaz derili ve sarışın olmayan, vahşi, Müslüman, özgürlük düşmanı bir dünyaya karşı kendisini (ve tabii özgür dünyanın bütününü) nasıl koruduğunu, karanlığa karşı nasıl mücadele edip muzaffer olduğunu gösteriyorlar.
Zero Dark Thirty hakkında Slavoj Žižek, “Hollywood’un Amerikan gücüne armağanı”demiş. Film, CIA ajanlarının Usame bin Ladin’i yakalama sürecini anlatıyor. Siyasî ve ahlakî açıdan her şey çok net: Bin Ladin terörist, Amerika haklı; Arap mahkûmlara yapılan işkence meşru, çünkü “teröre karşı savaş” her şeyi meşrulaştırır.
Operasyon: Argo ise, yine CIA ajanlarının Tahran’da Amerikan elçiliğinin işgali sırasında mahsur kalan altı Amerikalıyı kurtarmasının öyküsü. Karanlık güçler yine Müslüman, Amerika yine masum ve mağdur. Kayalıklı bir denizde Amerika yine bir demokrasi ve özgürlük feneri, yine muzaffer.
Django Unchained (Zincirsiz) ile Lincoln yukarıdakilerden çok farklı filmler.
İkisi de kölecilik, ırkçılık ve ırkçılığa karşı mücadeleyle ilgili. Amerikan tarihinin daha ilham verici, kahramanlık öyküleriyle daha dolu bir dönemi. İyi ile kötü arasındaki mücadele, hayalî bir “iyi Amerika” ile hayalî bir “kötü dış dünya” arasında değil; “iyi” de “kötü” de Amerika’nın içinde.
Steven Spielberg’in çektiği Lincoln, iç savaş yıllarında Başkan Lincoln’un köleleri özgürleştiren 13. Anayasa Değişikliği’ni Temsilciler Meclisi’nden allem edip kallem ederek, bazen tartışıp bazen rüşvet vererek nasıl geçirdiğinin öyküsü.
Filmin kahramanı Başkan Lincoln, ikincil kahramanlar köleliğin kalkması için “Evet” oyu veren temsilciler. Görünürde tek bir köle yok, bütün film Meclis binasında beyaz adamların tartışmalarıyla ilgili. Evetçilerle hayırcıları, Kuzey ile Güney’i ayıran sınıfsal ve ekonomik arka plan filmde yok.
Sonunda, “iyi” beyazlar zavallı köleleri kurtarıyor, “büyük adamlar” tarih yapmış oluyor.
Quentin Tarantino’nun Django’su ise iç savaşın öncesinde, 1858’de geçiyor. İsyankâr bir kölenin, başka bir köle sahibine satılmış olan karısını arayıp bulmasının öyküsü. Buluyor ve karşısına çıkan tüm kölecileri siyah bir Clint Eastwood gibi öldürüp kadını kurtarıyor.
Eastwood’la Sergio Leone’nin “spagetti western”ları tarzında çekilmiş olan film, gerçekçilikten çok uzak. Django’nun yaptıklarını o yıllarda Güney’de bir kölenin yapabilmesi hayal sınırlarını bile aşıyor.
İlginçtir ama. Köleci toplumun insanlık dışı vahşetini Tarantino’nun masalsı filmi Spielberg’in yarı-belgesel filminden daha iyi gösteriyor.
İkisi de görmeye değer.
Zero Dark Thirty ile Operasyon: Argo’yu ise, ancak “Amerikan emperyalizmi iyi bir şey midir acaba?” diye merak ediyor ve cevabını bilmiyorsanız görün. Zaten biliyorsanız, boş yere para harcamayın.
ronmargulies@btinternet.com
Yorum Yap