- 9.06.2022 09:48
Okumak için İngiltere’ye gittiğimde ilk yıl bir ailenin yanında bir odada kaldım. Daha önce babamların bir tanıdığının oğlu orada kalmıştı, ben de onun tavsiyesiyle orayı bulmuştum. Evinde bir odayı her yıl öğrencilere kiralayan aile Yahudiydi ve çok dindardı.
Genç yaşta yurtdışında yaşamaya başlamanın yarattığı kültür şokuna ek olarak, bir de çok dindar Yahudi görmek şaşırtmıştı beni. Yemekle, gıdayla ilgili son derece keskin ve ayrıntılı kuralları vardı örneğin. Mutfakta iki tane buzdolabı vardı; et ile süt ürünleri aynı öğünde yenemeyeceği gibi, aynı dolapta bile bulunmamalıydı. Yapılması ve yapılmaması gereken daha bir dizi şey vardı; şimdi olduğu gibi o zaman da hepsi bana saçma sapan gelmişti.
Aileyi o yılın sonrasında bir daha hiç görmedim. Ama kulağıma geldi, kitaba uygun davranmak, et ile sütü birbirine değdirmemek için her şeyi yapan o adam birkaç kişiyi dolandırmak suçundan hapse düşmüştü.
Bunu duyduğumda, “Ne garip, dindar bir adam nasıl olur da başkalarının hakkını yer, birilerini nasıl olur da dolandırır?” diye hiç düşünmemiş, hiç şaşırmamıştım. (Aranızda “Yahudilikte adam dolandırmak yasak değildir ki, zaten hepsi dolandırıcıdır” diye düşünenleri Allah’a havale eder, gözlerinizden öperim!)
Hiç şaşırmamıştım, çünkü dindar kişilerin melek gibi kusursuz hayatlar sürdüğü doğrultusunda hiçbir somut veri olmadığı gibi, böyle bir beklenti için hiçbir teorik dayanak da yok.
Frank ailesini hatırlamama Metin Karabaşoğlu’nun birkaç gün önce Serbestiyet’te yayınlanan “Nasıl Oluyor?” başlıklı yazısı sebep oldu.
Karabaşoğlu yıllar önce bir arkadaşıyla “Dindar camiada özellikle ‘iktidardan pay ve refah devşirme’ gayreti içinde olanlarda gerçekleşen yozlaşma ve çürümenin emareleri ve sebepleri üzerine” sohbet etmiş, arkadaşı “Bir dindarın Hesap Günü yokmuş gibi haksızlığa, hukuksuzluğa, usulsüzlük ve yolsuzluğa bulaşmasını aklı almadığı için ‘Böyle yapanlar galiba aslında ahirete inanmıyorlar’ diye düşünmekten kendisini alamadığını” söylemiş. Karabaşoğlu da “Nasıl yapabiliyorlar? Bu benim için de büyük bir soruydu” diyor:
“Ahiretin varlığına inanan; inandığı Kitaptan zerre kadar iyiliğin ve zerre kadar kötülüğün dahi hesabının ve karşılığının görüleceği haberini alan; inandığı Rabbinin herşeyi gördüğüne ve adaleti gereği hiçbir şeyi karşılıksız bırakmadığına, dolayısıyla hiçbir haksızlığın yapanın yanında kâr kalmayacağına iman eden; inandığı Peygamberden o gün ‘boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hesabının sorulacağını,’ yani ‘boynuzsuz koyunun da boynuzlu koyundan hakkını alacağını’ öğrenen biri, yine de nasıl haksızlık eder, nasıl hukuksuzluğa yeltenir, nasıl emaneti ganimet bilir, nasıl zulmeder, nasıl yalan söyler, nasıl kayırmacılık yapar, nasıl ‘Emaneti ehline verin’ âyeti sanki tam tersine ‘Emaneti kendi ehlinize verin’ diyormuş gibi bir icraata girişir?”
Yorum Yap