- 5.02.2016 00:00
Stockholm’de 1972’de gerçekleştirilen ve uluslararası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı olarak kayıtlara geçen BM Çevre ve İnsan Konferansı, çevre sorunlarına yönelik politika arayışları açısından bir milattır. O gün alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edilir. Çevre hakkı açısından, “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir” ilkesinin yer aldığı bildirinin kabul edilmesi nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir.
Çevre hakkına yönelik bu tanımın ilk kullanımının üzerinden 44 yıl geçmesine rağmen, çevre koruma bir yana çevreyi artan bir hızla korumadan çok kullanıyor, kirletiyor, talan ediyor, yok oluşa sürüklüyoruz. Çevre koruma, her zamankinden giderek daha fazla bir yaşam alanları ve insan hakları mücadelesine dönüşüyor.
Gezegen üzerinde belki de tamir edip onaramayacağımız, onarmaya çalışsak bile eskisi gibi yerine koyamayacağımız sayılı şeyden biri de ekolojik anlamda yaşanan geri dönülmez tahribatlar. Durum, Hubert Reeves’in zihinlere yer eden tam da o sözü gibi: “Doğayla savaş halindeyiz ve eğer kazanırsak kaybedeceğiz.”
Gezegeni devasa bir şantiyeye döndürmüş durumdayız. Tüm akarsular, nehirler barajlanıyor, dağlar kazılıp delik deşik ediliyor, kayalar çatlatılıyor, denizler taranıyor, deniz diplerine, ovalara, dağlara, yaylalara su kuyuları açılıyor, taş ocakları, kömür ocakları, madenler çalıştırılıyor, petrol ve doğalgaz boruları döşeniyor, demiryolları, karayolları, köprüler, havalimanları yapılıyor, anallar kazılıyor, yaylalar düzleniyor, yağmur ormanları kesiliyor, göller, sulak alanlar, tarım arazileri, ormanlar envayi çeşit kalkınma projesiyle yok ediliyor. El birliğiyle dünyanın kökünü kazıyoruz yani…
Her yıl 5 Haziran Dünya Çevre Günü için bir tema belirleniyor. Bu yılın teması, “Hayatın Devamı İçin Yabana Dönüş” olarak açıklandı. Tüm bu hummalı şekilde doğayla savaşarak devam eden kalkınma hamlesi elbette yaban hayatını giderek ciddi bir yok oluşa sürüklüyor. Biyo çeşitliliğin azalmasındaki en büyük nedenlerin başında da özellikle ormanlara ve denizlere yönelik tehditler geliyor. 2014’te WWF’in Yaşayan Gezegen Raporu’nda omurgalı türlerden (memeliler, kuşlar, sürüngenler, amfibi hayvanlar ve balıklar) oluşan yaban hayatı popülasyonlarının son 40 yılda yüzde 52 oranında azaldığı belirtilmişti. Türlerin halihazırdaki tükenme hızının doğanın olağan ritmine göre en az 100 ila 1000 kat daha hızlı gerçekleşmesinin nedeni de insanlığın bu bitmek bilmez kalkınma ve gelişme hamlesi.
Bu yıl, sanat ve spor dünyasından tanınmış pek çok isim su kaplumbağasından orangutana, filden pangoline kadar yok olmaya yüz tutmuş hayvanların korunması için işbirliği yaptı. Kampanyada manken Gisele Bundchen, şarkıcı Per Minh, Ragheb Alama, futbolcu Yaya Toure gibi isimler nesli tükenme tehlikesi altında olan hayvanlar için objektiflerin karşısındaydı.
Yaban hayatını ticarete çevirenler bugün filleri, gergedanları, kaplanları, gorilleri ve deniz kaplumbağalarını hedef almış durumda. 2011’de Vietnam’da alt tür olan bir Java gergedanı cinsinin, Kamerun’da ise siyah gergedanların soyu tükendi. Goriller ise Gambia, Burkina, Faso, Benin ve Togo yabanından tamamen silindi. Tehdit altındaki daha az bilinen türler ise boynuz gagalar, pangolinler, yabani orkide ve gül ağacı gibi kereste ormanları. Ülkemizde de yüzlerce türün; özellikle bitki, böcek, balık, kuş, sürüngen ve memeli türlerinin, yaban hayatı kaçakçılığı nedeniyle soyu tehdit altında.
Son zamanlarda hayvanat bahçelerinde yaşanan olaylar da, insanların zevki için kafeslere ya da dar alanlara hapsettiği hayvanların zor yaşamlarını bir kez daha gündeme getirdi. Sorun vahşi yaşamın fıtratında değil insanın her canlı üzerinde tahakküm kurmaya çalışmasında..
Bugün 7 milyardan fazla insan, dünyanın sağlayabileceği doğal kaynaklardan 1,5 kat daha fazlasını tüketiyor. 2050’ye kadar 9 milyara ulaşacak olan dünya nüfusunun gıda ihtiyacı şimdikinin iki katına çıkacak. Başka gidecek dünya olmadığına göre, doğanın kaynaklarının sonsuz olmadığı bilinciyle verimliliği ve tasarrufu artırıp, mevcut üretim ve tüketim modellerini yeniden gözden geçirmek, alışkanlıkları değiştirmek, türleri daha çok korumak, çevreyi daha az kirletip, daha az tahrip etmek zorundayız.
Uzun vadede yok olan bir çok yerel türün, küresel ekosistem çöküşlerinin de başlangıcı olacağına ve bu kapsamda tehdit altındaki yerel türlerin korunmasının önemine vurgu yapan KuzeyDoğa Derneği Başkanı Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu’nun verdiği rakamlar epey çarpıcı: “Dünyada, kuş türlerinin yüzde 13.2’sinin soyu tehlike altında, yüzde 9.3’ünün ise soyu tehlikeye girmek üzere. Yüzde 1.6’sinin soyu ise son 500 yılda tükenmiş ya da tükendiği düşünülüyor. Yani kuş türlerinin neredeyse dörtte birinin nesli tükenmiş ya da tükenmek üzere. Bu rakamlar, diğer canlılar için daha da yüksek. Türkiye’de değerlendirilmesi yapılmış 1707 hayvan türü içinde dördünün soyu küresel çapta tükenmiş. 275’inin soyu küresel çapta tehlikede, 100 türün soyu tehlikeye açık, 126 tür ile ilgili ise yeterli bilgiye sahip değiliz. Fakat en kötüsü, onbinlerce hayvan türünün durumlarıyla ilgili bilgi yok. Türkiye’de 10 bin kadar bitki türünün sadece 558’inin durumu küresel çapta değerlendirilmiş. Bunların 103’ünün soyu küresel çapta tehlikede, 20 tür ise tehlikeye yakın. Yani bugün Türkiye’deki bitki ve hayvan türlerinin yüzde 95’inden fazlasının soyunun tehlikede olup olmadığını bilmiyoruz.”
Doğal alanların yok olması, doğadan kaçak olarak canlı toplanması, kaçak avcılık, kirlilik gibi sebeplerle soyu tehlikede olan türlerin sayısı sürekli artıyor. Tabi buna geçen yıl Türkiye’nin yaban hayatını ihaleyle av turizmi adı altında aslında ölüm turizmine açmasını da eklersek işin vahameti ortaya çıkıyor. Zaten ne bekliyorduk ki, Yale Üniversitesi’nin açıkladığı Çevre Performans Endeksi’nde yer alan Biyoçesitlilik ve Doğal Alanların Korunması kategorisinde 180 ülke arasında Türkiye 177. sırada.
5 Haziran ve beraberindeki haftada takım elbiseli kravatlı bıyıklı adamlar, bizlere ne kadar çevrecinin daniskası olduklarını göstermek üzere etkinlikler düzenleyip, hepsi birbirinin kopyası konuşmalar yapıp, doğa korumanın zerrece içselleştirilmediği göstermelik kutlamalar yapacaklar. Neyin kutlaması ise artık…
Çevre Günü deyince akıllarına çöp depolama ve arıtmadan başka bir şey gelmeyen belediyeler, kırmızı kurdeleler kesecek. Şirketler en çevreci kesilecek. Bol bol eski pilleri toplayıp, bisikletli turlar düzenleyecek, çocuklara resim yaptırılacak, kaldırım kenarlarına ilgili ilgisiz yerlere fidanlar dikilecek, AVM’lerin boş alanlarında konserler düzenlenecek. Etkinliklerin ardından çöp dağları bırakılarak…
Türkiye’de Dünya Çevre Günü herkesin kendisini aklama yarışına dönüştürdüğü bir gün haline geldi. Bugüne dair kutlanacak herhangi bir şey yok, ne Türkiye ne de dünya adına. Kutlamadan ziyade çevre adına ne varsa yok ettiklerimizin ardından Dünya Çevresizlik Günü olur olsa olsa…
PELİN CENGİZ / HABERDAR
Yorum Yap