- 29.05.2016 00:00
Toplumların talepleri değiştikçe, toplumsal hareketlerin ortaya konma biçimleri de değişiyor. Çoğunlukla üzerinde durulmayan, çok yerel ya da küçük düzeyde kaldığı düşünülen, gündelik siyasi gündemler arasında eriyip giden, sadece belli bir grup insanın odağında kalan meseleler, bir bakıyorsunuz tüm dünyanın gözünün oraya çevrilmesine neden oluyor. Merkezinde ağırlıklı olarak kent, kimlik, ekoloji ve yaşam alanları sorunlarının yer aldığı, geleneksel siyaset yapma biçimlerine başkaldıran, hızla uluslararası destek bularak bir dayanışma hareketine dönüşen bu mücadeleler, muktedirlere artık yeni bir siyaset yapmanın zamanı geldiğini, buna ayak uyduramayanların zamanla toplumun taleplerine cevap veremeyen köhnemiş, kendine benzemeyen herkesi ötekileştiren yapılara dönüştüğünü gösteriyor.
Başkaldırıların temelinde de genel anlamda kentsel dönüşüm, ortak yaşam alanlarının el değiştirmesi, soylulaştırılması ya da mekansal değişime tabi tutulması ve ekolojik tahribatlar oluşturuyor. Yönetim erkini elinde tutanların bu hamleleri çoğunlukla yerele rağmen gerçekleştirilmek istendiği için, ciddi bir direnişle karşı karşıya kalıyor. Üç yıl önce Gezi’yi harekete geçiren durumun bugün Cerattepe’dekinden farkı yok.
Gezi Parkı direnişinin çıkış noktası, ülkede son yıllarda siyaseten yapılan sert çıkışların, yaşam biçimlerine müdahalelerin, azarların, sallanan parmakların, gözdağı ve aşağılamanın, kendine benzemeyeni hizaya sokmaya girişimlerinin toplumda yarattığı gerilimin bir ağaçta simgeleşmesiydi.
Bu açıdan bakıldığında, Gezi kamusal bir alanı ele geçirme değil, tamamen geri kazanma girişimidir. Tahakkümcü, tepeden inmeci, dinlemeyen, istişare etmeyen, paylaşmayan, eski yüzlü bir siyasi zihniyete dur denmesidir. Buna karşın olan bitenden en ufak bir ders çıkarmayan, kendini sorgulamayan, toplumun taleplerini kulak arkası eden, birlikteliği ve dayanışmayı kırmak için yine bilindik eski kutuplaştırma siyasetine geri dönülen günleri hepimiz hatırlıyoruz. Gezi Parkı direnişi, Türkiye’de kitlelerin demokrasi, özgürlük, temel haklara dair taleplerine yönelik baskın şiddetle verilen cevap bakımından da gerçek bir laboratuvar işlevi görüyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı’na İstanbul 6. İdare Mahkemesi ile 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde Topçu Kışlası’nın Taksim Yayalaştırma Projesi çerçevesinde imar izni olmadan yeniden inşa edilmek istenmesi Gezi direnişinin fitilini ateşlemişti. Her ne kadar Koruma Kurulu, Topçu Kışlası’nın yeniden inşasını “kamu yararına uygun” bulmadığı için reddettiyse de, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Biz de reddi reddederiz” demesi üzerine Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu bu kararı iptal etmişti.
27 Mayıs 2013’te gece yarısı iş makinelerinin parka girip, parkın duvarlarını yıkıp ağaçları kökünden sökmesi üzerine yurttaşlar, çalışmanın durdurulması için parka koştu, polisin halka yönelik orantısız güç kullanımının ardından eylemler başladı. Bir yandan polisin sert müdahalesi diğer yandan Erdoğan’ın Topçu Kışlası’nın yapımına yönelik ısrarcı açıklamaları, direnişi Türkiye genelinde hükümet karşıtı gösterilere dönüştürdü. Eylemlerin ilk günlerinde, “Biz orada tarihi yeniden ihya edeceğiz” diyen Erdoğan, bir kaç gün sonra, “Gezi Parkı’nda yapılan çalışmaların Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmasıyla ilgisi yok. Topçu Kışlası gökten zembille inen bir proje değil. Olay miting yapmaksa onun 100 bin topladığı yerde 1 milyon toplarım” diyordu.
Barışçıl tepkilere gösterilen şiddet, gözaltılar, tutuklamalar, ana akım medyanın kepazelikleri, eylemlerde öldürülen gençler, gözünü kaybedenler, yaralananlar, mağduriyetler, bilerek yükseltilen nefret söylemi, sonrasında davaların ilerletilmesinde çıkarılan zorluklar, herkesin malumu…
Elbette, herkesin Gezi’si farklı, herkesin Gezi’den anladığı farklı, Gezi’ye atfettiği anlam da öyle…
Gezi direnişinin toplumsal olarak bize sağladığı en önemli kazanım nedir diye soracak olursanız, yurttaşlara haklarını yeniden hatırlatması ve bu hakları talep etme dürtüsünü harekete geçirmesidir diye karşılık veririm. Çünkü, Gezi direnişi gerçek anlamda bir demokrasi ve adalet talebinin somutlaşmış halidir. Kararların tek bir merkezden, sivil toplumla istişare edilmeden, katılımcı süreçler işletilmeden tepeden inmeci otoriter tavırla alınmasına itirazdır. Yurttaşların da söz hakkı olması gerektiğinin muktedire tekrar hatırlatılmasıdır.
Gezi ruhu özünde otoriterleşmeye başkaldıran, polis şiddetine, keyfiyete, tek adam kararlarına dur diyen, demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını düşünen, farklılıklara saygı duyan, hiyerarşiden uzak lidersiz, örgütsüz olmasıyla heyecan vericiydi. Küçük bir grupla başladı ancak ardından kitleselleşen her eylemde olduğu gibi Gezi direnişinde de provokatörler sürece dahil oldu. Ancak, sadece sürece dahil olmuş bu grupları ön planda tutarak hala Gezi’yi ifade etmeye kalkışmak, Gezi Parkı ruhunun sosyolojik açıdan bize gösterdiklerini görmezden gelmektir.
Artık dünyada ülkelerin gelişmişlikleri yurttaşların kendilerini doğrudan ilgilendiren kararlarda bilgi edinme haklarının olup olmasıyla, bu kararların alınma süreçlerine katılım sağlayıp sağlayamadıklarıyla, bu kararlara itiraz edip edemedikleriyle, adalet mekanizmasının işleyip işlemediği ile ölçülüyor.
İktidarlar eksile eksile yıpranarak ölür gider, oysa Gezi’ler her zaman ortaklaşmayı, bir aradalığı, dayanışmayı, beraber, omuz omuza sesini yükseltmeyi simgeler, hatırasıyla büyür olgunlaşır.
Onbinler, yüzbinler o haziranda cenneti de yaşadık cehennemi de… Öğrendik, ezberleri bozduk, Gezi eylemlerinde ölümsüzleşen kaybettiklerimizle yan yana direndik…
Ömrümüzün o en uzun haziranını bir kez daha anarken, parkları, sokakları, meydanları, yaşam alanlarını, dağları, dereleri, vadileri, topyekün yaşamı özgür kılmak için yan yana durmaktan, talep etmekten vazgeçmeyelim…
PELİN CENGİZ / HABERDAR
Yorum Yap