- 14.12.2014 00:00
Alman mimar Ludwig Mies van der Rohe’nin minimalizmin mottosu hâline gelen sözü “Less is More” (Az Çoktur) gündelik hayatta etkilerini gözlemleyebileceğimiz bir felsefi akım aynı zamanda. İnsanın konumunu, geleneksel kural ve alışkanlıklara bağlı kalmadan yalınlık temelinde yeni bir bakış açısıyla algılama yaklaşımı.
İngiliz ekonomist Friedrich Schumacher’in modern kapitalist sermayedarı sorguladığı “Small is Beautiful” (Küçük Güzeldir) başlıklı kitabı da açgözlülüğün, kanaatkârlıktan yoksunluğun, sınırsız büyüme ihtirasının sonuçlarını anlatır. Schumacher, bu modelin ekonomik verimsizliğe, çevre kirliliğine ve insanlık dışı çalışma koşullarına neden olduğunu ortaya koyarken, malın değil kişinin üzerinde durarak küçük işyerlerine, yöresel işgücü kaynaklarına, yerel ortak mülkiyetlere vurgu yapar.
Fransız bilim insanı Serge Latouche da, “decroissance” (degrowth, küçülme) olarak tanımlanan bu akımın en önemli savunucularından biridir ve “Farewell to Growth” (Büyümeye Elveda) adlı kitabında neden küçülme fikrinin önemli olduğunu anlatır. Özetle, “Sınırları olan bir dünyada, sınırsız tüketime inananlar ya çılgındır ya da ekonomisttir” der.
Bu yıl İKSV’nin ikinci kez düzenlediği “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil” başlıklı İstanbul Tasarım Bienali’nde tüketim alışkanlıklarını sorgulayan birkaç proje, 1000 odalı saraylarda yaşanan bir dünyada büyük zıtlıklara işaret ediyordu.
Bunlardan ilki “Repair Society” (Onarım Toplumu) finansal krizin en fazla hissedildiği 2009’da bir tür geri dönüşüm ve onarım manifestosu olarak başlamış. Bienal için hazırlanan ikinci onarım manifestosu ise şunu soruyordu: Onarıma merkezî bir rol verseydik toplum neye benzerdi?
Bu manifestonun, mevcut üretim, tüketim ve geri dönüşüm döngüsünün yeniden tanımlanmasına yol açabilecek bir yanı var. Geri dönüşümden ziyade kullanım ömrü bittiği düşünülen, hasarlı ya da kırık dökük nesnelere yeni bir işlevsellik kazandırılarak ileri dönüşüm sağlanıyor.
Formafantasma’nın “Açık Manifesto”su da Repair Society’nin bir benzeri. Bitkisel plastik, balık derileri, işe yaramayan aletleri gibi alternatif malzemelerin incelenmesiyle mevcut üretim modellerine yeni bir zanaatsal bakış açısı getiriyor.
Tasarımcı Coralie Gourguechon’un çağımızdaki elektronik alet tüketimine dikkat çektiği, karmaşık sistemleri parçalara ayırıp onları yeniden inşa etmesi gibi. Teknolojinin gizemini ortadan kaldırırken, bu ürünlerin değerinin pazarlama ve statüye göre belirlenmesine yönelik farklı bir yöntem geliştiriyor.
Yıllar önce Dave Bruno’nun tüketim alışkanlıklarına bir başkaldırı olarak hayatı sadeleştirmek üzere “100 Thing Challenge” (100 Eşyayla Yaşamak) adıyla başlattığı akım da bunlardan farksız. Kullandığı “Reduce, Refuse ve Rejigger” yani alışverişi azaltın, yeni şeyler almayı reddedin ve alışveriş alışkanlığınızı değiştirin sloganı gücünü hâlâ koruyor.
İnsanları bir gün alışverişten uzak tutmanın ötesinde toplumda yerleşmiş tüketim kültürünü sorgulatan “Buy Nothing Day” (Satın Almama Günü) de ilginç eylemlerden biri. 18 yıldır tüm ihtiyaçlarını takas ederek parasız yaşayan Alman Heidemarie Schwermer gibi… Hayatını anlattığı “Living without Money” (Parasız Yaşamak) adlı belgeselde parasız yaşamaktan gayet mutlu olduğu söylüyor.
Bu düşünce ve uygulamaların hepsinin temelinde tüketerek değil, verimli kullanarak yaşamak var. Refahı satın alma gücü paritesinden başka belirleyen şeyler de mevcut. İsraf, görgüsüzlük, zevksizlik mertebesinde lüks düşkünlüğü ve tüketim ekonomisinin gözümüze sokulduğu Türkiye’de bu zihniyete ve hayat tarzına epeyce uzağız. Dev projelerle, 1000 odalı saraylarla, AVM’lerle, TOKİland’lerle “Türk tipi Rönesans” yaşadığımızı yeni idrak ettiğimiz şu günlerde konuya bir de buradan bakmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, küçük hâlâ güzel, az hâlâ çok…
pelincengiz@gmail.com
Yorum Yap