- 21.05.2014 00:00
Soma’daki ihmaller zinciri, facianın adım adım nasıl geldiğini bütün netliğiyle gözler önüne serdi. Madenler, Türkiye’nin kara deliği. İnsan hayatına kastediyor, tarımı ve iklimi büyük tahribata uğratıyor, teşvik, tahsis, vergi ağı tam bir başıbozukluk içinde, ne denetim var, ne de o denetimi layıkıyla yapan uzman... Bol israf, ucuz enerji yalanları, yenilenebilir enerjileri küçümsemek de cabası.
Geride 300’den fazla iş cinayeti sebebiyle can vermiş insan, onların acılı aileleri ve maden ocağı ile yaşam mücadelesi tercihi arasında sıkışıp kalmaya mahkûm edilen binlerce işçi var. Yapılacakların başında sorumluların bir an önce tespit edilerek hesap vermesini sağlamak, olayın üstünün örtülmesini engellemek ve denetimsiz, kural tanımayan, insan haklarına aykırı çalışma düzeni içindeki kömür madenciliğini yeniden kurgulamak geliyor.
Önce adını koyalım, Soma faciası, bu iktidarın bilinçli fosil yakıt ekonomisinin ve gelişen ülke tarımla uğraşmaz politikasının sonucudur. Geçtiğimiz yıllarda, Türkiye, İran ve Rusya başta olmak üzere pahalı doğalgaz anlaşmalarını azaltmak için ve sözde ithalat bağımlılığını yerli enerjiyle dengelemek için kömüre yöneldi. Bu sebeple bazı doğalgaz anlaşmaları süresi bitiminde yenilenmedi. Cari açığa karşı yeni bir silah gibi sunulan yerli kömür teşvikleri genişletildi, öncelikle yatırım alanlarından biri hâline getirildi.
Bunun yanında Soma gibi zengin tarımsal potansiyele sahip pek çok bölgede yaşayanları, “tarım sizin işiniz değil” diyerek yeraltına mahkûm edenlerin konuyu kadere, fıtrata bağlama aymazlığı unutulmasın.
50 yeni kömürlü termik santral hedefiyle 2012 Türkiye’de “Kömür Yılı” ilan edilirken, bedelsiz dağıtımın etkisiyle konutlarda daha uygun fiyatlı olduğu gerekçesiyle kömür kullanımı arttı. Özellikle hızlı kentleşmenin etkisiyle enerji verimliliğinin hiçe sayıldığı binalar giderek daha fazla enerji tüketmeye başladı. Ağırlıklı sanayide olmak üzere son 10 yılda kömür kullanımı yüzde 200 yükseldi.
Enerjide yerli kaynağa yöneliyoruz hedefi, tam bir kandırmacaya dönüştü. Türkiye’nin toplam enerji üretiminde kömürün payı yüzde 30’a yakın. Bu rakam sizi yanıltmasın, bunun da neredeyse yarına yakını halen ithal kömürle karşılanıyor. Geri kalan enerji tedariki de dışarıdan sağlanan petrol ve doğalgaz. Bunların üzerine, toplam enerji arzının yüzde 11’i gibi bir payını karşılaması hedeflenen Rus, Japon ve Fransızların insafına bırakılmış iki nükleer santral anlaşması yapıldı.
Yeraltı madenleri sahip oldukları rezervle ve onu kan, ter ve gözyaşıyla işletenlerin kazandığı parayla sınırlı. Dünyada giderek daha yüksek sesle ifade edildiği gibi sahip olunan tüm fosil yakıt rezervleri artık toprağın altında bırakılmalı. Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ile son olarak Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, geçen yıl kömürü desteklememe kararı aldı, bunu başka bankalar da izledi. Fosil yakıt kaynaklı sera gazı emisyonlarında kömür yüzde 41 ile birinci, yeni termik santraller yapılırsa bu oran yüzde 65’e çıkacak. Bu karar, Türkiye gibi enerji yatırımlarını kömür odaklı yapan ülkeler için kritik. Her projeye Hazine garantisi getiremeyeceğine göre Türkiye, bu yatırımlar için dışarıdan kaynak bulmak da giderek zorlanacak.
Enerji verimliliğini ve tasarrufu önceleyen politikalarla üretim ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi, madenlere hapsedilen insanların yenilenebilir enerji ve tarımsal üretim gibi emek yoğun işlere yöneltilmesi gerekli. Türkiye’nin kapitalist ülkelerin çöp teknolojilerini buraya taşımayı bırakıp ekonomi, enerji ve ekoloji dengesini gözeten entegre üretim, tüketim ve koruma modelini kurgulamasının vakti geldi de geçiyor. Bekledikçe daha çok cana mal olacak.
pelincengiz@gmail.com
Yorum Yap