- 18.05.2014 00:00
Meydanlardan, “Biz laf siyaseti değil, eser siyaseti yapıyoruz” diye sesleniyordu. Köprülerden, havaalanlarından, duble yollardan, kulelerden, toplu konutlardan, yeni projelerden her fırsatta iştahla bahsediyordu. Özelleştirmeyi, taşeronlaşmayı, tek merkezden yürüttüğü rantiye ekonomisinin aracı hâline getiriyor, yandaşlarının yağmasına, emek istismarına peşkeş çekiyordu. Eserlerinin insanların canıyla, kanıyla yükseliyor olmasından en ufak bir rahatsızlık duymuyordu. İş kazalarında, neredeyse çatışma bölgelerinde verilen insan kayıplarıyla yarışacak düzeye erişen ölümler hiçbirinin umurunda değildi. Yeterli güvenlik önlemleri alınmadığı, denetimlerin ve teknolojik standartların tam oturtulmadığı kalkınma müptezelliğiyle naylon çadırlarda çıkan yangınlarda, inşaatlarda, tersanelerde, fabrikalarda, madenlerde insanların hayatını kaybetmesinin onlar açısından mesele edilecek bir tarafı yoktu. Bunlar olağan, normal şeylerdi, can sıkmak gereksizdi. Bakanlarından biri, yine bir maden kazası sonrası utanmadan sıkılmadan, “iş kazaları medeniyet göstergesidir” diyebiliyordu.
Uzun çalışma süreleriyle ucuz işgücü cennetine döndürdükleri modelle kalkınırken, büyürken yaşanan “yol kazaları” olarak görülen iş cinayetleri hem iktidar hem işveren açısından sadece birer teferruattan ibaret...
“Belki bir işçi ölse kaderdir ama 300 kişi ölünce katliamdır” diyor ekrandaki Somalı bir maden işçisi. Dünyanın gördüğü en büyük maden felaketlerinden biri yaşanıyor Soma’da. Temelsiz polemiklerle, 1800’lü yıllardan verilen örneklerle, “kazalar bu işin fıtratında var” kaderciliğiyle, hele hele yaraların sarılması gereken bir ortamda beceriksizliğinize isyan eden geride kalanları şiddetle sindirmekle izah edilecek bir durum değil. Olup biteni kadere, şehitliğe, mesleğin fıtratına, görünmez kazaya sığdırmaya çalışmak ihmali, sorumluluğu ve hesap verme zorunluluğunu da ortadan kaldırmıyor. “Ölüm üzerinden siyaset yapmayın” diyenler, yaşarken bedenlerini sömürdüğü insanların ölüsünü bu kez dinle sömürmeye, suçunu perdelemeye yelteniyor.
Felaketin sorumluları olarak utanç ve sorumluluk duymuyorsanız, hatırlatalım, o oturduğunuz koltukların fıtratında istifa da var.
Meselenin en acı olan tarafı şu ki, Soma’da hayatını kaybeden 300 işçi bir yıla yayılan şekilde ölmüş olsaydı, haber değeri bile olmayacaktı. İş cinayetlerinde günde ortalama üç kişinin öldüğünü bu ülkede kaç kişi biliyor? Türkiye, iş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünya ortalamasında üçüncü sırada. 12 yıllık AKP iktidarının semirttiği sektörler tarafından işçi sınıfının emeğini gasp edilmesinin, iş güvenliği standartlarının görmezden gelindiği kalkınma hamlesinin, her fırsatta övünç kaynağı hâline getirilen dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri olma hedefinin en yakıcı yönü her ay ortalama 100 kişinin altına düşmeyen iş cinayetleri.
Şimdi elimizde, uyguladığı şiddetin özeleştirisini vermeyen, sorumlu bakanlarını istifa ettirmeyen, rezil müşavirini görevden almayan, şirket yöneticilerinin hesap vermesini sağlamayan, ahbap çavuş kapitalizmini gözümüze sokan bir lider var. Ve onun acılı ailelere, şehre giden avukatlara, gazetecilere şiddet uygulanmasının yolunu veren, taşeronlaşmaya sınır ve denetim getirmeyen, insanı inşaat malzemesi gibi gören, demokrasi, hukuk ve adaletle bağdaşmayan uygulamalarla vicdanları kanatan iktidarı...
Her şeyi fıtrata bağlayacaksak... Bütün insanlarda ahlaka, vicdana, insafa ve adalete meyyal olma fıtratı vardır, buna da “insanlık” diyoruz. İnsanlık fıtratı da bu sergilediğiniz zulüm ve vicdansızlıkla bağdaşmıyor. Bunlar, kaba siyasetinizin bilinçli tercihi değilse, “insan” malzemenizin eksikliğindendir.
pelincengiz@gmail.com
Yorum Yap