- 5.03.2014 00:00
Avrupa’da karnaval zamanı, biz ise karnavalı 17 Aralık’tan beri internete dökülen ses kayıtları ile yaşıyoruz. Türkiye, gerek yolsuzluk ve rüşvet operasyonu gerekse siyasal iktidarın bu operasyonu perdelemek için yürüttüğü oyunlar sebebiyle gelişmiş dünyanın sert eleştirilerine hedef oluyor. Türkiye, hızla bir devlet krizine doğru sürükleniyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın son İnsan Hakları Raporu’nda operasyon sonrası ortaya çıkanlar “skandal” olarak nitelendirilirken, raporda yolsuzluğun ilk kez Türkiye’nin en belirgin insan hakları ihlallerinden biri olarak gösterilmesi çok önemli.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, HSYK Kanunu’na yönelik endişelerini dile getirirken, bu dönemi “AB taahhütlerini sorgulatan bir dönem” olarak yorumladı. “Son gelişmelerden derin endişe, soruşturmaları yürüten savcı ve kamu görevlilerinin görevden alınmasından üzüntü duyulduğu” ifadelerinin, verilen değişiklik önergeleriyle eklendiği Avrupa Parlamentosu’nun Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilen rapor ise, gelecek haftaki oturumda milletvekilleri tarafından oylanacak. İçeriğinin epey sert olması beklenen rapor, mayısta, AB genelinde yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi son Türkiye Raporu. Dolayısıyla, parlamentonun müstakbel vekillerine Türkiye ile ilgili epey kötü bir miras kalmış olacak.
Hakkındaki hırsızlık iddiaları tüm dünyada ayyuka çıkmış bir iktidar ve o iktidarın liderinin siyasi ikbali için evdeki milyonların yanında sıfırlamaktan asla çekinmeyeceği hemen hiçbir şey yok gibi duruyor. Hukuk skandallarıyla, kişisel hak ve özgürlüklere baskı yasalarıyla, kendinden olmayanın yaşam tarzını sindirme girişimleriyle, Türkiye giderek yönetilemez bir ülke hâline gelirken, Batı ile olan ilişkilerine giderek mesafe giriyor, tam da aslında gündemdeki deyimle Türkiye’nin Batı ile olan ilişkileri sıfırlanıyor. Erdoğan, AB kriterlerini siyasi hedeflerine engel gördüğü için, orada da yalnızlaşmaktan, içe kapanmaktan, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecini askıya aldırmaktan çekinmiyor.
Ancak, bu Türkiye’yi sıfırlama hâlinin bedeli ağır olur. Gelişmekte olan ülkelerin kaynak girişi açısından sıkıntılı bir döneme girdiği süreçte, ekonominin çarkını döndürebilmek için dışarıdan düzenli para girişi sağlamak zorunda olan bir Türkiye, bunun altından kalkamaz. Sıcak para girişi ve yatırımlar azalırken, mevcudu korumak da güçleşebilir. Bu da hızla yükselen enflasyon, daralan büyüme ve derinleşen işsizlik anlamına gelir ki, beyaz kefenliler, evde zor tuttuğunuz yüzde 50, “Erdoğan’ı yedirmeyiz” naraları atan kitleler gerçekle yüzleştiğinde yakanıza yapışır.
Uluslararası yatırımcının şeffaflık, hukukun üstünlüğü, iş yapabilme/ rekabet edebilme kolaylığı gibi önemsediği temel kriterler mevcut. Bunun için de çeşitli endeksler referans kabul ediliyor. Türkiye’nin dünyada yarattığı olumsuz yolsuzluk batağına saplanmış ülke algısının yanında gerekli reformları yapmadığı için endekslerdeki durumu da kırıklarla dolu.
International Finance Corporation’ın İş Yapabilirlik Endeksi’ne göre Türkiye, Avrupa ve Orta Asya’da 69’uncu. WEF, Dünya Bankası gibi kuruluşların verilerini baz alarak yolsuzluk/ rüşvet ve devlet ilişkilerini ortaya koyan Transparency International’ın Yolsuzluk Algılama Endeksi’ne göre, Türkiye sıralamada 53’üncü, skoru ise 100 üzerinden 50. Yine aynı kuruluşun Küresel Yolsuzluk Barometresi’ne göre, Türkiye’de siyasi partiler yolsuzluk algısında ilk sırada.
OECD bünyesinde kara parayla mücadele için kurulan ve Türkiye’nin üyelikten ihraç edilmesinin gündemde olduğu FATF’in (Mali Eylem Görev Gücü) toplantısında Türkiye kara listeye alınmadı, gri listede bırakıldı. Bu bir lütuf değil zira gri listedeki tek OECD ülkesinin Türkiye olması utancı yeter de artar bile.
Hâl böyleyken, yaşadığımız toplumsal/ politik yozlaşma ile hırsıza alkış tutan, ahlaksızlığa methiyeler düzen insan malzemesiyle bir yere varmamız zor gibi, zaten Erdoğan ve hükümeti de, ülkenin uluslararası itibarını hızla sıfırlama yolunda.
pelincengiz@gmail.com
Yorum Yap