- 19.06.2013 00:00
Gezi Parkı direnişiyle birlikte yaşananlar, halkın talepleri karşısında medyanın aldığı pozisyonu, polisin orantısız şiddetini, iktidarın gücünün nasıl kullanılabildiğini ve yandaşlığın dayanılmaz cazibesinin ne boyutlara ulaşabildiğini göstermesi açısından gerçek bir testti. Aynı zamanda ölümlerin, binlerce yaralının ve şiddet gören insanın karşısında iktidar seviciliğin vicdanların sesini nasıl susturduğunu, ar damarını nasıl çatlattığını gözümüze sokan bir test. Yabancı medyaya ders veren, bankalara ayar çeken, uluslararası kuruluşları yok sayan zihniyet, bundan sonraki süreci nasıl toparlayacak? Bu“toparlama” sürecinin en zor kısmının Avrupa Birliği ile gelecekteki ilişkiler bağlamında olacağı bir gerçek.
AKP’nin 10 küsur yıllık iktidarı boyunca AB ile ilişkiler nasıl seyretti diye bakacak olursak, karşımıza şöyle bir manzara çıkıyor: AKP, iktidarının başından beri AB ve genelinde Batı ile iyi geçindi. Önceki koalisyon hükümetinin AB ile başlattığı üyeliğe hazırlık çalışmalarını aksatmadı, aksine daha iyisini yapmak için kolları sıvadı. Muhalefetin de desteğini alarak Meclis’ten art arda geçirdiği beş Uyum Paketi sayesinde üyelik müzakerelerinin 2005’te başlamasına önayak oldu. Avrupa Konseyi, Türkiye’nin katettiği yolu gözönünde bulundurarak, 1995’te ülkenin insan hakları açısından en karanlık dönemlerinden birinde başlattığı izleme mekanizmasını 2004’te sona erdirdi. 2010’da bir AKP milletvekili Mevlut Çavuşoğlu, kurumun tarihinde ilk kez Parlamenterler Asamblesi Başkanıoldu. O yıllar ki daha yedi sekiz yıl öncesinden bahsediyoruz, Cumhuriyet tarihinde demokratik alanın olabildiğince genişlediği ve toplumun görülmemiş bir özgüvenin tadını çıkardığı yıllardı. AKP bunu, IMF esinli makroekonomik dengelerden taviz vermeyerek ve AB üyeliği rüzgârını arkasına alarak başardı. AB ilişkisi 2005’ten itibaren, Kıbrıs açmazı, Sarkozy gibi Avrupalı kimi liderlerin katkısı ve hükümetin gönülsüzlüğü sonucunda tavsamaya başladı. Buna koşut olarak Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurular hızla artmaya başladı.
Ancak, her şeye rağmen, soğuyan ilişkiler hükümeti AB hedefinden döndürmedi, aksine ayrı bir AB Bakanlığı kuruldu, AB ile müzakere eden ülkeye sunulan tüm olanaklar olabildiğince değerlendirildi. Bu işin bir de ekonomik boyutu var ki, yabancı sermaye girişlerine bakınca, ortaklığın yapısallığı daha belirginleşiyor: Aynı dönem boyunca gayrımenkul yatırımı haricinde AB kaynaklı yabancı yatırım sermayesi toplamın yüzde 76’sı, Körfez Emirliklerinden gelen sermaye ise yüzde 8’i.
Tekrar bugüne gelecek olursak, Gezi Parkı direnişinin başladığı ilk günden bu yana geride bıraktığımız bir aya yakın süreçte, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere hükümet yetkilileri, AB kurumlarını hedef alan çok sert açıklamalarda bulundu. Konuyla ilgili Avrupa Parlamentosu, geçen hafta özel bir oturum gerçekleştirmiş, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, polisin aşırı güç kullanımı ele alınmış ver ardından bir karar tasarısı oylanmıştı. Buradan, Türkiye’ye ve hükümetine yönelik ağır eleştiriler gelirken, oturumdaki tepkiler, Erdoğan’ın Avrupa nezdinde imajının ne kadar sarsılmış olduğunu ortaya koydu. Avrupa’dan verdiği tek referans biber gazı kullanımıyla ilgili olan Erdoğan, “Avrupa Parlamentosu’nun hakkımızda alacağı kararı tanımıyorum” diyerek, ilişkiler iyice gerginleştirmesi, ikili temasları da etkiledi.
AP Dış İlişkiler Komisyonu üyelerinden bir grup parlamenter 19-20 haziranda yapacakları Türkiye ziyaretini iptal etti. Bu iptalin ardından yerine sadece Alman iktidar partisi CDU’nun AP’de önde gelen temsilcisi Elmar Brok ve Hıristiyan demokrat İspanyol José Ignacio Salafranca’nın AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile komisyonun Türkiye ziyareti gündeminden bağımsız olarak görüşeceği açıklandı, fakat bu da iptal oldu. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu da, Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komisyonu’nda yapılması öngörülen toplantıya katılmadı. Avrupa Parlamentosu ve AB komisyonlarındaki toplantılara katılması beklenen Adalet Bakanı Sadullah Erginde, geçen haftaki karara tepki olarak Brüksel’e gitmedi, ancak, Dış İlişkiler Komisyonu, Türkiye konusunu ele aldı. Türkiye ile diyalog kanallarının açık tutulması gerektiği yönünde genel bir havaya sahip olan toplantıda, “Avrupa Parlamentosu’na gösterdiği tepkiye rağmen, Erdoğan’a bir mektup yazılarak, Türkiye ile ilişkilere devam etme arzusunun belirtileceği” kararı alındı. Ankara ve Brüksel arasındaki gerginliğin 27-28 haziranda yapılacak AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu toplantısını da tehlikeye soktuğu ifade edilirken, 26 haziranda açılması öngörülen Bölgesel Politikalar faslının akıbeti de şimdilik belirsiz.
pelincengiz@gmail.com
Yorum Yap