- 5.06.2013 00:00
Bilenler bilir, gerek gazeteci olarak gerekse barışçıl şekilde doğa koruma mücadelesi veren sivil toplum kuruluşları gönüllüsü olarak epey zamandır çevre hassasiyetine dikkat çekmeye çalışıyorum. Yazdıklarımın öznesi büyük çoğunlukla doğa mücadelesi, iklim değişikliği, küresel ısınma, enerji alanındaki gelişmeler, çevreyle ilgili hak ihlalleri gibi konular oldu. Bu girizgâhı, son sekiz günde yaşadıklarımız sonucu, bu yazıdaki öznelerden birinin de kendim olması gerekliliğini doğurduğu için yapıyorum. Yazıya, şu şerhi düşerek devam etmek isterim: Benim açımdan bu direniş, doğa için başladı, dalga dalga büyüdü, bundan sonra da birincil anlamıyla bir doğa mücadelesi olarak devam edecek. Ancak, şu gerçekleri görmezden gelemeyiz.
Çoğu zaman üzerinde durulmayan, başka sıcak siyasi ve sosyal gündemler altında ezilen, sadece belli bir grup insanın dikkatine mazhar olabilen meseleler, bir anda tüm Türkiye’nin gündemine oturuverdi. Gezi Parkı’ndaki direnişin başından beri katılımcısı ve izleyicisi olarak, Türkiye’de son birkaç yılda siyaseten yapılan sert çıkışların, yaşam biçimlerine müdahalelerin, azarların, verilen gözdağının, aşağılamanın, toplumu hizaya sokmaya girişmenin toplumda yarattığı gerilimin bir ağaçta simgeleşerek patladığını, dalga dalga büyüdüğünü, bugünkü noktaya geldiğini gördüm. Bunun yepyeni, hiç bilmediğimiz, geleneksel siyaset yapma biçimlerine başkaldıran, tam olarak tanımlayamadığımız, siyasetin içinden ama hiçbir akımın sivrilmediği bir dayanışma hareketine dönüştüğünü gözlemledim. Bunu, korku eşiğini çoktan aşmış kitlelerin polisin biber gazıyla, tazyikli suyla, copla gösterdiği akıl almaz şiddete rağmen sürdürdüğünü de eklemek gerek.
İktidarın güç sarhoşluğunun bulaşıcı etkisine maruz kalmış muktedir muhibi kesimlerin görmediği, görmek istemediği burada büyük bir örgütsüzlüğün, lidersizliğin olmasıdır, “apolitik” denen gençliğin, ev kadınlarının, emeklilerin direnişe katılımıdır, heterojenliğidir. Bunu sadece AKP karşıtlığı/ düşmanlığı üzerinden okumak, günlerdir orada direnen insanların amacını seçimle başa gelmiş iktidarı devirmeye çalışmak olarak değerlendirmek de meselenin bu çevreler tarafından doğru algılanamadığının önemli bir göstergesi. Başbakan Erdoğan’ın seçilmişliğine değil siyaset yapma tarzına muhalefetin de, müsaade edin demokrasiyle yönetilen bir ülkede yeri olsun. Bu harekete duyarsız kalan, bu yeniliği kavrayamayan, siyaseti politika zemininden değil de, seçmen tabanına yekpare bir yapı muamelesi çekerek yapmaya kalkan, toplumun kalan yarısını yok sayan tüm siyasi hareketler zamanla eriyip gitmeye mahkûm olur.
Referanduma zahmet etmeyin
Bu arada, dün Bülent Arınç tarafından Gezi Parkı konusunda referandum yapılabileceği ile ilgili bir teklif ortaya atıldı. Referandumda halka “Yapacağımız Topçu Kışlası otel mi olsun yoksa AVM mi olsun” diye mi soracaksınız, merak ediyorum. Referandumla vakit kaybetmeye ve bunun için masraf etmeye gerek yok. Temel olarak, “burası bir parktır ve park olarak kalacaktır”, demeniz yeterli, referanduma zahmet etmeyin.
Avrupa Parlamentosu devrede
Gezi Parkı meselesi Avrupa Parlamentosu’nun da gündeminde. AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş-Başkanı Hélene Flautre, gelecek hafta konuyu Avrupa Parlamentosu’na taşıyacak. Türkiye’den de bir ekip söz almak üzere orada olacak. 19 haziranda ise Avrupa Parlamentosu’nun grup temsilcileri konuyla ilgili sivil toplum temsilcileriyle İstanbul’da biraraya gelecek. Bu arada, AKP’ye yakın lobi şirketleri de boş durmamış. Şu sıralarda ABD başta olmak üzere dış dünyada hükümetin Gezi Parkı’yla ilgili 23 maddelik bir propaganda notu dolaşıyor. Bilgi notundaki maddelerin hemen hepsi olup bitenlerle ilgili iddialara karşı müdafaa sergilerken, sanki suçmuş gibi protestolarda yer alan siyasi grupların isimleri sayılıyor, olayların yayınlanmamasıyla ilgili hükümetin basına herhangi bir baskı uygulamadığından bahsediliyor.
Dünya Çevre Günü
Birkaç söz de, “dertleri ağaç olsa ben de onlara katılırdım” diyenlere gelsin: Bütün dünya bugün5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü kutlarken, biz utanç hanemize bir çentik daha atacaktık ki, son dakika gelişmesi bu utancın şimdilik ertelendiği yönünde. Bu kez, öyle Gezi Parkı’ndaki gibi üç beş ağaç da değil, onbinlercesini kesmeye hazırlık yapılıyor. Ormanların, SİT alanlarının, topyekün doğanın talanına yol açacak olan Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu, tam da Dünya Çevre Günü’nde görüşülmek üzere TBMM gündemine gelecekti. Şimdilik sadece ötelenmiş durumda. Geçen haftalarda gerçekleştirilen ÇED’sizleştirme operasyonundan sonra doğal alanları imara açma iştahındaki iktidarın “Biz iktidarımız döneminde şu kadar ağaç diktik” söyleminin nasıl eğreti ve sakil durduğunu birisi çıkıp kendilerine anlatsın. Beton siyasetinize ağaçları alet etmeyin.
Dünya Çevre Günü’nü layıkıyla kutlayabileceğimiz günler dileğiyle…
pelincengiz@gmail.com
http://www.taraf.com.tr/pelin-cengiz/makale-agaclarin-ardindaki-beton-siyaseti.htm
Yorum Yap