En zayıf halka siyasi istikrar

  • 8.11.2012 00:00

 

En zayıf halka siyasi istikrar

PROF. DR. AHMET İNSEL
Galatasaray Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Ahmet İnsel, kamuoyunda daha çok siyasi gözlem ve analizleriyle tanınmasına rağmen esasen iktisatçı. Paris Pantheon-Sorbonne Üniversitesi’nde de ders veren İnsel, bu üniversitenin rektör yardımcılığı görevinde bulundu. Fransızca ve Türkçe’de birçok iktisadi ve siyasi kitabı ile makalesi bulunan Ahmet İnsel, İletişim Yayınları yöneticisi ve Birikim dergisi editörlerinden.


Ahmet İnsel ile Türkiye ekonomisinin yapısal zaaflarını konuştuk. İnsel, ülke ekonomisinin en başta gelen yapısal sorunlarını üretimin yapısı, düşük tasarruf/yüksek tüketim sarmalı ve eğitimin niteliksizliği olarak görürken, çalışma yaşındaki nüfus içerisindeki kadınların emek piyasasına dâhil olmamasının ciddi bir kısıt olduğunu dile getiriyor. Kadının çalışması halinde aile kurumuna zarar geleceği fikrine sahip muhafazakârların bu noktada ikilem yaşadığına işaret eden İnsel’e göre, ekonominin önünde en ciddî kırılganlık siyasi istikrarsızlık. Siyasetin toplumsal sorunları çözebilme kapasitesinin zayıf olduğuna işaret eden İnsel, 10 yıllık iktidarı boyunca AKP hükümetlerinin sosyal devlet olma konusunda da yetersiz kaldığını ve bunun AKP’nin düşünce dünyasının sonucu olduğunu dile getiriyor. Sosyal hakların yetersizliğini, sendikasızlaştırma uygulamalarını ve aile politikalarının eksikliklerini eleştiren İnsel, siyasi ve toplumsal sorunları çözememenin, uzun vadede en zayıf halka olarak ortaya çıktığını düşünüyor

2001 krizinin ardından sıkı maliye politikası uygulandı, makroekonomik dengeler sağlandı, kalkınma hamlesi başladı. Uluslarararası ortamı iyi kullanan Türkiye büyüme trendine girerken, dünyadaki kriz ortamından istifade ederek sıcak para çekti. Bu hafta başı itibariyle yatırım yapılabilir ülke haline bile geldi. Bu tablonun gözle görülmeyen zaafları nelerdir?

Zaafları görebilmek için tablonun olumlu cephesini özetlemek lazım. 2001’de ekonomide ve toplumsal yaşamda büyük güven bunalımı vardı. Türkiye açısından 90’lar gri yıllardı. AKP bunu öngördü mü yoksa iktidara geldikten sonra mı fark etti bilemeyiz ama iktidara geldikten sonraki politikalarında ağırlıklı unsur istikrar ve güvenin yeniden tesisiydi. AKP’nin iktisat programı liberal bir piyasa ekonomisi hedefidir. Bunu sosyal demokrat, sosyalist, sol açıdan değerlendirirsek başka bir şey ama kendi içinde tutarlı. Şu hatırlatmayı yapayım: Abdullah Gül, başbakanlığı Tayyip Erdoğan’a devrettiğinde, Erdoğan, Gül Hükümeti’nin programının çok benzer bir versiyonunu benimsedi. Ancak Erdoğan’ın programında Gül’ün programında olmayan bir şey vardı. Bir yıl sonra bunun üzeri çizildi, bir daha da ağıza alınmadı. O da AKP’nin piyasa toplumunu kurmak istediği iddiasıydı. Açıkça programda yer alan bu ifade neoliberal politikanın bel kemiğidir. Piyasa toplumu, klasik piyasanın varolduğu alanların daha ötesinde toplumun tüm alanlarına piyasa mekanizmalarının hâkim olması demek. AKP, muhafazakâr bir parti olduğu için, Türkiye’de liberalizm bir küfür olarak algılandığı için bu piyasa toplumu hedefi de konuşulmaz oldu.

Neden üzeri çizilmiş olabilir?

Büyük ihtimalle toplumda bunun hoş görülmeyeceği için. Açıkça söylenmesinin AKP açısından çok fazla liberal geleceği ve çok eleştirileceği için. Türkiye’deki mütedeyyin kesim açısından piyasa toplumu tabiri çok sıcak bir tabir değil. ABD toplumu kadar piyasanın fetişleştirildiği bir kültürde değiliz.

AKP’nin iktisat politikaları kendi içinde tutarlı ilerledi diyebilir miyiz?

Bu çerçeveden bakınca tutarlı. Hedef toplumda güvenin tesisiydi ama esas amaç piyasa aktörlerinde güvenin tesisiydi. Bu hem yatırım hem de dış kaynaklara daha kolay ulaşmak demek. Güven tesisini inşa ederken şanslarının yaver gittiği birkaç konjonktür de vardı. Birincisi istikrarlı hükümet. Bu da bir düşeş durumuydu unutmamak lazım. Yüzde 34 oyla Meclis’te üçte iki çoğunluk alabilmek kolay değil. MHP ve DYP’nin yüzde 10’un altında kalması sayesinde bir düşeş. AKP, bunun getirdiği imkânları doğru kullandı. Uluslararası konjonktürde de genişleme dönemi vardı. Krize kadar uluslararası piyasa hızla genişliyordu, likidite bolluğu vardı. Bolluk Türkiye’nin yüksek faizle ama istikrarlı ve güvenli bir ekonomi imajını pekiştirerek güçlü dış sermaye çekmesini sağladı. AB ile olan balayı dönemi en yüksek kısa vadeli dış sermaye yatırımlarını getirdi. Sadece finans piyasalarına değil, üretime de sermaye getirdi. Disiplinli bir bütçe politikası muhafazakâr bir hükümet için olmazsa olmazdır. AKP’nin kısa vadeyi kurtarma endişesinin olmaması, uzun soluklu hedeflerini daha rahat gerçekleştirme imkânı getirdi. Bu tablo da, birkaç zayıf halkanın etkisinin görülmemesini sağladı.

Ekonomideki olumlu havanın özetinin ardından gelelim zayıf halkalara...

İlki yapısal bir sorun olarak üretimin kompozisyonu ile ilgili. Türkiye büyük ölçüde ara malı ve teknoloji ithal ederek üreten bir ülke. Üretimdeki ithalat katsayısı çok yüksek ve bu sabit bir katsayı. Büyüme olduğunda ithalat büyüyor ama ihracat büyümüyor. İhracatı dış faktörler belirlerken, ithalatı iç piyasa belirliyor. Ürettiğimiz oranda ithal etmek zorundayız. Katma değeri göreli düşük bir ekonomimiz var. İkincisi, düşük tasarruf yüksek tüketim dinamiği ile ayakta duran bir ekonomi olması. Tasarrufun düşük olmasının yapısal başka bir nedeni de şu: Türkiye’de çalışma yaşındaki nüfusa göre çalışan sayısı düşük. Çalışma yaşındaki nüfusta erkeklerin çalışma oranı Avrupa düzeyinde ama kadınlarda çok düşük. Kadınların çalışmaması ya da bir kısmının ücretsiz aile işçisi olması ama hanehalkına nakdi gelir katkısının olmaması, hanehalkında gelir getiren kişi sayısının sınırlı olması gibi ciddi bir sorun yaratıyor. Eğer tasarruf oranı tüketimi azaltmadan arttırılmak isteniyorsa, yapılacak en önemli iş, kadınları emek piyasasına dâhil edici teşvik önlemlerinin alınması. AKP, hiç önlem almadı diyemeyiz. Fakat diğer yandan muhafazakârlığın Türkiye’de kendini en güçlü ifade ettiği yer ailedir. Ailenin direği kadındır, dolayısıyla muhafazakârlık değerleriyle çatışan bir yapısı var. Tüketimi azaltmadan tasarrufu arttırmak için kadının çalışması lazım ama kadın daha çok çalıştığında muhafazakârlar aile çökecek endişesi taşır. Bu varoluşsal bir ikilem. Üçüncü zaaf eğitimle ilgili. Eğitim sayısal olarak artıyor. Pek çok üniversite açılıyor, okullaşma oranı artıyor, doğru. BM İnsani Kalkınma Endeksi’nde çok gerilerde olmamızın ana nedeni eğitim verileri. Burada göreli bir iyileşme var ama tüm dünya eğitime önem verdiği için başkalarından daha iyi yapıyor değiliz. Eğitim, nitelikli kişi yetiştirmede çok başarısız. Çok elitist, dar bir kesime yönelik nitelikli eğitim, çok geniş bir kitleye yönelik niteliksiz hatta niteliksizleştirici bir eğitim sistemi var. Sistemin nitelik kazandıran vasıfları az hatta dünyanın geldiği noktada neredeyse okula gitmese daha nitelikli olacak. Eğitimdeki nitelik eksikliği ve elitist yapı üretimin verimini de düşürüyor.

Bu zaaflara bakınca, sürdürülebilir bir büyümeye sahip olunamayacağını söylemek yanlış olmaz, değil mi?

Büyümenin uzun soluklu olabilmesi için büyümenin toplumsal tabanının genişlemesi lazım. Türkiye, 2000’lerde tüketim açlığını ve açığını kapatıcı bir iştahla tüketti ama tasarrufun düşük olduğu ortamda bunun bir sınırı var. Bunun daha uzun soluklu ve dengeli olabilmesi için gelir dağılımını düzeltici politikalar gerekli. Uzun soluklu bir büyümenin, gelir dağılımının kötüleştiği bir ortamda sürdürülmesi mümkün değil.

Büyümeyi sağlarken gelir dağılımı ile ilgili bir uçurum mu yarattı hükümet?

Uçurum yarattığını söyleyemeyiz, büyüme ile gelir dağılımında iyileşme olmamakla birlikte büyük kötüleşmeler de yok. Çünkü, hızlı bir büyüme olduğu için alt kesimlere de kısmen serpintileri yansıdı. Şimdi büyüme yavaşladığında bunun sonuçlarını daha net göreceğiz. O zaman güçlü kesim, üretimden daha fazla pay almaya başlayınca, diğerlerinin payı azalacak. Onun da gelir dağılımını kötüleştirme ihtimali var. Gelir dağılımı daha kötüleşen, iç tüketime dayalı bir ekonomide, sadece lüks konut ve otomobil veya pahalı okul ücretleri üzerinden büyük bir ekonomik canlılık sağlamak mümkün olmaz. Şöyle bir fırsat penceresini kaçırıyoruz. Demografik yapımız, bir geçiş dönemi demografisi. Doğum oranı azalıyor, ortalama yaşam süresi doğum oranından daha yavaş uzuyor. Aktif nüfusa bağımlı nüfus artmazken, (15 yaşından küçük ve 65 yaş üstündekiler) 15 yaş altındakilerin oranı azalıyor 65 yaşın üzerindekilerin oranı daha yavaş artıyor. Nüfusun büyük bölümü 15-64 arasında birikiyor. Bu büyüme dinamiği açısından çok ciddi bir fırsat.

Nasıl bir fırsat sağlıyor bu durum?

Hanehalkında gelirin aktif olmayan nüfusa bölünmesi düşük olur. Hem yatırım hem tüketim yapabilir. Ama bunun olabilmesi için çalışma yaşındaki nüfusun çalışması lazım. Biz bunu kaçırıyoruz. Bu fırsattan biz çok sınırlı yararlanıyoruz.

Türkiye’de bu anlamda farkındalık yok mu?

Var ama bunlar davranışsal şeyler, kültürel faktörler de var. Kadınların çalışma oranının düşük olması bir sorun. 90’larda erken emeklilik politikalarının yarattığı fırsat penceresini kaçırma olgusu da var. Olması gerekeni aşan boyutta verilen emeklilik hakları demografik fırsatları kullanmayı engelliyor. Bunu telafi etmek çok kolay değil.

Ekonomik istikrar içinde siyasi istikrarın rolüne gelirsek, karşımıza nasıl bir tablo çıkar?

Türkiye’nin en zayıf halkasının siyasi istikrar olduğunu düşünüyorum. Türkiye ekonomisi uzun vadede tüm istikrarsızlık unsurlarıyla mücadele edebilecek esnekliğe sahip olabilir ama Kürt sorunu başta olmak üzere aslî toplumsal sorunlarını çözememe hali, uzun vadede iktisadi gelişmenin önündeki engel. Sadece bu nedenden toplumun önemli bir bölümü iktisadi büyümenin dışında kalıyor. Dâhil edemediğiniz için yük haline geliyor, finanse etme gereği doğuyor. Kıbrıs’ı çözemediğiniz için uluslararası alanda sürekli ayağınıza dolaşan bir siyasi risk unsuruyla yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Siyasi ve toplumsal sorunları çözememe hali, iktisadi açıdan uzun vadede bir zayıf halka.

Not artışının ekonomiye nasıl bir etkisi olur?

Türkiye’deki kuruluşların uluslararası borçlanmasında risk primi daha azalır. Elde edilecek marj, daha önce elde edilmiş marj kadar büyük ferahlık yaratmaz. Bütçenin finansmanı açısından da bütçenin yükünü azaltır. Bu da eskisi kadar ek rahatlık sağlamaz. Dış yatırım imkânlarını arttırabilir. Bu da büyük ölçüde siyasi istikrara bağlı. Rating kuruluşları, Türkiye’deki çok çatışmalı siyasal ortamın risk unsuru olduğunu belirtiyor. Gelecek dönemde büyümenin 2000’lerdeki gibi olmayacağından eminiz. Türkiye 2010-2011’de hızlı büyüdü ama bu hızlı büyüme 2008-2009’daki daralmanın açığını kapatma büyümesiydi. Bundan sonra yeni büyüme dinamikleriyle yaşayacağız. İktisadi partnerlerimizin piyasalarındaki gelişmelere bağımlıyız, eski tüketim imkânlarına sahip değiliz. Tasarruf oranlarının düşüklüğü itibariyle dış kaynak ihtiyacı var. Likidite bol olduğu için Türkiye’ye geliyor, faizler düşüyor ama bunun bir bedeli var. Bu bedel döviz kuru değerlenmesi. Aslında bu değerlenme, hükümete 10 yıllık bilançosunu olduğundan daha iyi gösterme imkânı veriyor.

Nasıl bir imkân bu?

Döviz kuru üzerinden değil de sabit TL üzerinden GSYH büyümesini hesapladığınızda kişi başına gelir son 10 yılda üç misli artmadı. Bu TL’nin aşırı değerlenmesinin yarattığı bir optik çarpıtma. AKP’ye toplumsal güven aşılamada da büyük fayda sağlıyor. Aynı şey GSYH için de geçerli. Sabit fiyatlarla ölçülenle dolar kuru üzerinden ölçülen GSYH arasında ciddi bir makas var. Dolar üzerinden ifadesi sabit fiyatlarla olan ifadesinden daha büyük görünüyor, bu da güven unsuru yaratıyor. Bunun bedeli de Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünü sınırlayan aşırı değerlenmiş TL ile ihracat yapmak oluyor. 2000’lerdeki büyüme dinamiğinin artık sınırlarına geldik. Yeni bir patikaya ihtiyaç var. Daha nitelikli emek, merkezinde inşaat olan bir dinamik yerine bilgi içeriği yüksek sektörlerin olduğu bir üretim yapısı, daha adil bölüşüm ve toplumsal çatışmaların daha yumuşak halledilmesi gerekli. Siyasi istikrardan daha önemli olan toplumsal sorun çözme kapasitesi. Bu kapasite çok sınırlı, hep öteliyoruz. Sonra sorunlar daha büyüyerek karşımıza geliyor.

İktidarı süresince AKP sosyal devlet olabilmeyi başarabildi mi?

Sosyal devlet olmanın bazı parametrelerini yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Mesela, sağlığa ulaşma imkânının genişlemesi. Diğer taraftan eğitim alanında okullaşmanın artması, Vakıf üniversitelerinin oranı yüzde 10 civarında. Yüzde 90 yine kamu. Sosyal devlet açısından sorunlu yanlara gelirsek... Sosyal hak anlayışı AKP’nin daha çok meritokrasinin sosyal hak anlayışına tekabül ediyor. Bir yoksula yardım etmek, yoksulun her şeye rağmen yoksulluktan kurtulmak için elinden geleni yapmış ve buna rağmen başarısız olmuş koşulunda meşru addediliyor. Tam bir muhafazakâr liberal sosyal hak anlayışı. Eğer evrensel hak olarak sosyal hakları verirsek, insanları tembelliğe teşvik ederiz inancı ön plana çıkıyor.

İkincisi, sosyal hakların kamu aracılığıyla sağlanmasından ziyade zenginlerin yoksullara yardım etmesi şeklinde, himmet biçiminde. Bu anlamda sosyal devlet fikri, AKP’de eksik. AKP’nin sosyal devlet olamamasının esas nedeni çalışma yaşamıyla ilgili. AKP, kendisine yakın sendikaların bile şikâyet ettiği bir sendikasızlaşma politikasını teşvik ediyor. Etrafındaki işveren çevresi kendisine yakın sendikayı bile kabul etmekten aciz. Sendikayı işyerinde nifak unsuru olarak algılayan emek/sermaye, işçi/işveren ilişkisinde işçinin toplu örgütlenme ihtiyacını kabul etmeyen, geleneksel liberal emek piyasası anlayışını yücelten bir tarafı var. AB ile müzakerelerde açılamayan fasıllardan biri emek piyasası ile ilgili. Açılamamasının en büyük sebebi de, AKP’nin kamu emekçilerine grev hakkı tanımayı reddetmesi. Grev dendiğinde tüyleri diken diken olan bir devlet, sosyal devlet olamaz. Bir sorunlu alan da aile anlayışı.

AKP, aileyi desteklemeyi aileye bırakıyor. Somut hiçbir şey yapmıyor. Yoksullara yönelik bir politika olmalı. Kömür, gıda dağıtımı yapmak aile politikası değil. Asgari ihtiyaçları sağlamak için uygulanan bir politika. Kimse kömür, gıda yardımı alıyorum diye çocukları ile uzun vadeli gelecek hesabı yapamaz. Gelir Vergisi’nin büyük kısmı alt gelir kesimlerinden toplanıyor, bu nasıl bir aile politikası?


pelincengiz@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums