Küçük Bir Test Önerisi

  • 16.01.2013 00:00

 “Elbette su testisi su yolunda kırılacak ve öyle oldu” diyor Paris’te tüyler ürperten “derin” bir cinayete kurban giden üç kadınımızın öldürülmesinden söz ederken. Sesi çatal, ağzı tükrük saçıyor, yüz hatları öfke ve kötülüğün fotoğrafı sanki. İri kıyım dava arkadaşı, partidaşı, kafadarı olan zat, “Kadınların ölümüne niye üzülecekmişim, keşke ötekiler de (o isim veriyor) böyle etkisiz hale getirilseler” diyor değirmi suratında tiksintiyle sırıtma karışımı bir ifadeyle. Ekranda görülmeyen¸ kafamın içinde sallanıp duran bir yağlı urgan; ölüm, zulüm, kan yüceltmesi üzerine kurulu bir zihniyet dünyası...

Nâzım’ın dizelerini, “Sen vicdansızlığın, insansızlığın, kötülüğün resmini yapabilir misin Abidin” diye değiştiriyorum. Ekrana yansıyan yüzlerini görmemek için, ama asıl bu adamlarla aynı dünyayı, aynı havayı, aynı ülkeyi paylaşmaktan ürktüğüm ve de utandığım için başka bir kanala geçiyorum.

Cansız bedenler çıkarılıyor maden ocaklarından. İçerde, derinliklerde, henüz ulaşılamamış ölü canlar yatıyor hâlâ. Tabutlara kapanmış ağlayan analar, babalar, eşler, kardeşler, çocuklar; yarın o madenden kendi cansız bedenlerinin de böyle çıkarılacağını bilip de sessizce, teslimiyetle, acıyla tabutları taşıyan kader arkadaşı madenciler. Bu lanetli, kederli görüntüler akıp giderken ekranda, Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun son kararı, yani işçileri taşeron firmanın kârlarına kurban eden ana işletmenin iş kazalarına bulduğu çare seslendiriliyor televizyonda: Borçlarını ödeyemedikleri için icra takibiyle karşı karşıya olan maden işçilerinin iş sözleşmelerinin, borçlarını kısa sürede ödemedikleri takdirde tazminatsız feshedileceği kararı. Gerekçe: İcra borcu olan işçiler dikkatlerini işe yoğunlaştıramadıklarından kazalara yol açıyorlar (mış).

Gözlerime, kulaklarıma inanamıyorum. Yanlış duymuş olmalıyım. Soğuk bir şaka mı? Maden kazasında/ cinayetinde ölen -belki kimisinin icra borcu da olan- işçiler henüz toprağa verilmemişken ve de kimilerinin cansız bedenleri hâlâ madenin derinliklerinde yatıyorken şaka olmaz, olamaz. Ya gerçekse?... Bu defa ürkü korku değil anlatılmaz bir utanç duygusu, bir vicdan sorgusu bürüyor içimi. Bir zamanlar “işçiden işçiden yana esiyor yel” türküleri söylediğimiz o umut ve masumiyet günlerindeki emek duyarlılığımın aşındığı kuşkusu... Emeğin mağduriyetini temel ve tek mağduriyet saymış, öteki mağduriyetleri ve çelişkileri ikincilleştirmiş, gerilere itmiş olmanın daha iyi bir dünya kurmakta yanlış değilse de eksik olduğunu; insanı ve toplumu  açıklamakta tek başına yetersiz kaldığını tarihin ve yaşamın hata affetmeyen deneyimleriyle kavrarken, bu defa da emeğin mağduriyetine hak ettiği duyarlılığı göstermemiş olma kuşkusu, bundan duyduğum vicdan sızısı, kendime yaptığım sert uyarı: Bütün mağduriyetlere, bütün baskılara, zulümlere, her çeşit sömürüye eşit duyarlılık gösterecektin, hepsi için elinden geldiğince ama aynı vicdan ve yürekle mücadele edecektin hani! Yüreğin, vicdanın güçlüyse, genişse eğer, hepsine yeter...

Bir başka kanal, bir başka haber. Gencecik güzel bir spiker aydınlık yüzünde hüzünlü bir gülücükle okuyor haberi: “On beşinde kız ya erde (erkekte) ya yerde (mezarda) gerek”. Ekranda İçişleri Bakanı’nın sırıtan yüzü. Olağan şüpheli durumunda olduğundan önce sözün ona ait olduğunu sanıyorum. Meğer bir kitabı savunuyor ve övüyormuş. Adamın biri, Hasılı Kelam/ Sözün Özü diye bir kitap yazmış, daha doğrusu özlü söz saydığı  deyişleri derlemiş, kimini de uydurmuş, yakıştırmış. Adam sıradan biri değil, Polis Akademisi  başkanı, hem de profesörmüş. Kadın cinayetlerinde suça teşvik sayılabilecek “On beşinde kız ya erde ya yerde gerek” sözü en ayıplısı gibi görünse de onlarca pespaye deyiş var kitapta: “Fakirin aklı olsa fakir olmazdı”, “Erkeğin göbeklisi, kadının bebeklisi makbuldür”, “Demokrasi vasat insanların yönetimidir (Bizdekine bakarsak adam haklı; bizde vasat bile değil, vasat altı insanhların yönetimi), vb...vb... Ve aynı fasileden bir başka adam, çöreklendiği gazete köşesinden ve televizyon koltuklarından buyuruyor: “Kadın çalıştığı için, erkek cinayet işliyor.”

Televizyonu kapatıyorum, gazeteyi yere fırlatıyorum. Artık içimde ne öfke, ne isyan, ne vicdan muhasebesi, ne korku, ne de keder; içimde geleceğimiz, çocuklarımız, torunlarımız, gençlerimiz için endişe ve büyük bir bezginlik var. Polis Akademisi başkanının bu sözleri benimseyip kitap haline getirdiği, İçişleri Bakanı’nın kitabı yararlı bulduğu, kadının erkeğin namusu, malı, kuluçka makinesi sayıldığı, siyasilerin gaddarca bir cinayet karşısında su testisi benzetmesi yapıp cinayete üzülmediğini, memnun olduğunu söylediği; icra takibindeki işçilere, borçlarını ödemezlerse işten çıkarılacaklarının bildirildiği bu toplumda; töre cinayeti denilen vahşetin, kadına-çocuğa şiddetin, işçinin bırakın dirisini ölüsüne bile saygısız benzeri görülmemiş vicdansızlığın, Kürt halkının haklarının gaspedilmesinin, ötekine zulmün, Hırant’ın öldürülmesinin, faili meçhullerin, bitip tükenmeyen savaşın, adaletin - siyasetin kandan, ölümden, zulümden beslenmesini yadırgamak anlamsız.

Ne dindarlık, ne muhafazakârlık, ne laiklik, ne ulusalcılık, ne solculuk, ne sağcılık; hiçbiri değil. Geçmişten gelip toplumu kuşatmış, insanların hücrelerine nüfuz etmiş, bilinçlerin derinliklerine yerleşmiş bir zihniyet ve o zihniyetin zehirli dili insanlarımızı esir alıyor. Hani o pek sevdikleri, yücelttikleri, dokunulmaz eleştirilmez zırhla donattıkları “atalarımızdan” miras kalan zihniyet...Toplumun çoğunluğu bu zihniyetin kökleriyle, dayanaklarıyla, tabularıyla, ikiyüzlü ahlâksız ahlâkıyla yüzleşme cesaretini göstermedikçe, köpeksiz köyde değneksiz gezen zihniyet ve onun zehirli dili sürecek.

Nasıl olacak, nasıl aşacağız?

Önce yukardaki örneklerle kendimize küçük bir test uygulamayı öneriyorum: Bir utanç testi. Bu insansız, vicdansız, ayıp ve zalim söylemi kabullenebiliyor muyuz? Bir adım daha: Katılmıyorsak, kabullenmiyorsak, insan olarak utanç duyuyor muyuz? Yoksa “böyledir bunlar” deyip geçiştiriyor muyuz? 

Şimdi işin özüne gelelim. Ne yapacağız, nasıl aşacağız diye bir kez daha soralım kendimize. Bu zihniyeti, bu dili kabul etmeyenler, daha da ötesi bundan utanç duyanlar, hepimiz kendimizi sorgulayarak, kendi kırmızı çizgilerimizi, kendi vicdan engellerimizi, kendi tabularımızı, kendi mahallelerimizin bize bellettiği basmakalıp doğruları gözden geçirme cesareti göstererek, diyorum ben. Yüzleşmeden korkmadan, mağduriyet yarıştırmadan bütün mağduriyetleri kendimizinki gibi içimizde duyarak... İçine tıkıldığımız ya da kendimizi hapsettiğimiz eski çekmecelerden çıkıp; ölülerin su testisi sayılmadığı, kadınlara ya erkek köleliğinin ya da mezarın reva görülmediği, ötekinin hakkının ve değerlerinin kendi hak ve değerimiz olduğu, hele de ölmenin, öldürmenin, kanın yüceltilmediği bir zihniyet dünyasında ortak vicdanda buluşarak...

Güç olacak, belki de geç olacak. Ama gören gözlerle, hisseden yüreklerle bakarsak, bunca kötülüğün arasından başlarını çıkaran tomurcukları fark edebiliriz. Yarın Diyarbakır’da üç Kürt kadınımız barış nidalarıyla uğurlanırken, 19 Ocakta Hırant “Buradayız Asparig” diye altıncı yılında bir kez daha omuz omuza anılırken, o vicdan birliği tomurcukları her şeye rağmen biraz daha boy atacak. İş ki insanda ve vicdanda buluşabilelim, kötülük korosunun sesini bastırabilelim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Ali Denizci
    Ali Denizci
    29.10.2013 16:20

    ihsan hocam hani laf var ya koyunun olmadigi yerde keciye abdurrahman celebi derler... bunun gibi bu ulkede demokrat olmanin tabani o kadar alcak ki mumtazer turkone bayagi bayagi demokrat sayiliyor.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums