- 27.09.2014 00:00
2002 Temmuz sıcağının ilk günlerinde dinmişti acıları Annemin, altı yıllık felç sonrası. Varoluş parçam, yaşam bağımın yarısını çaresiz-sırasızca uğurlamıştım sonsuzca.
Ölümün yaşı olmaz, ağırdır. İnsan olmanın duygusal tortusu çöker, dip yapar, anlamsızlıklar anlam kazanır kimilerince. Yaşamın olağan parçası olarak görebilmek oysa bu dönülmez gidişin tesellisi bence.
Annemin bayram sabahları “Eğer ölmüşlerimizi ziyaret etmezsek evimizin saçaklarında bizi beklerler, dualarımız için” diyerek korku ile karışık duygu sömürüsü kokan bu sözlerinden ve kendine özgü içten inancından değil hemen her gün ziyaretine gitmiş olmam o yıllar; günlük yaşamın sıradanında tek tutunacak karşılıksız sevgi kaynağının artık toprak olduğu gerçeği ile yüzleşmekti sanırım.
Ertesi gün ziyaret sonrası bankete oturmuşken yanımda bir adam belirdi, selam verdi ve “başınız sağ olsun” dedi kibar ve sakince. Yaklaşık altmışlı yaşlarda idi. Karşılık verdim tabii, tanıştık.
Adının Hikmet BARLIOĞLU olduğu ve emekli olduğunu söyledi. Sanırım Temmuz/Kasım 2002 arası çok sık görüştük.
Annemin defnedildiği yerin yakınında lahit benzeri mermer vardı, alt yüzeyinde ise sekiz kıtalık bir şiir. Ve anlatmaya başladı Hikmet Abi; orada yatan eşi Nazire Hanım’dı. Kendinden dokuz yaş büyük biricik aşkı. 2001 Yılının Aralık ayında göç etmişti. Dayanılması zor bir dönemden geçtiğini, O’nsuz yaşama inanmadığını ve biran önce yatmak (ölmek) istediğini söylüyordu. Sigaranın sönmeyen ucu da hiç bitmiyordu konuşmalarımızca.
“Abi inanabiliyor musun –Nazo ile- birlikte olabileceğinize tekrar” diye sorduğumda; “Bilmiyorum, inançla, yürekten isterse insan, sanırım kötü sürpriz yapmaz yaşam ya da ölüm.” demişti.
Bir de ısrarla; Ömerciğim benim yaşamam doğru değil, biran önce Nazire’nin yanında olmalıyım ısrarına karşın “Abi yapma, değerlisin sen, zaman birçok şeyi çözer” gibi şeyler mırıldanmıştım.
“Hayır, bir seneye kalmaz ben yanına giderim ve gideceğim de NAZO’nun” dedi.
Yaklaşık bir yıl sonra Annemi tekrar ziyarete gittiğimde Nazire Hanım’ın mezarı başında iki hanım gördüm. Yanlarına yaklaşarak selam verdikten sonra kendimi tanıttım. Tam bir yıl sonra evinde ölü bulduklarını söylediler Hikmet Abi’yi. Konuştuğum, kız kardeşleri idi...
Çok istediği olmamış, aynı yere gömmemişlerdi prosedür dolayısıyla. Bir başka yere defnettikleri ağabeyleri için sitem dolu sözler vardı artık mezar taşında.
İşte önce Hikmet Abi’nin yazdığı satırlardan bir bölüm:
NAZOÇ’A
Sanma yalnızsın kara toprakta
Her zerrem seninle burada yatmakta
Zamanın çarkında bedenlerimiz
Toz-toprak olmakta ufalanmakta
Sen de varsın inan ben varoldukça
İnsanlar kabrine gelip baktıkça
Yer acır gök acır zaman acır
Çimende çiçekte tenin koktukça
Ne sen müstahaksın bu topraklara
Ne layık topraklar böyle haklara
Nurlara gark olup gitmek dururken
Nasıl düşüverdin karanlıklara
Yaşarım sanırdım senden sonra da
Yüreğim ateşte ciğerim kanda
Görsen ki ne beter yıkılmış dünyam
Yaşamak bu mudur senin arkanda
Peşinde bir ömür püryan olduğum
Yazıyla çalkanan umman olduğum
Kalk gidelim buradan el ele tutup
Kalk yârim sevdiğim kurban olduğum.
Ve yazdıkları kızkardeşlerinin:
Karın öldükten sonra yaşayamadın
Umarız belki de kavuşacaksın
Bir senecik bile dayanamadın
Korkarız arayıp yorulacaksın
Sen de yoksun demek o yok olunca
Sabredip az daha yaşamalıydın
Doymadık sevgine ömür boyunca
Bize de bir parça ayırmalıydın
Sen O’na ağladın bizler de sana
Acılar her zaman yaşayanların
Ne çare düşünmek emsiz olana
Özleyecek seni karındaşların
Sevgi ile anıyorum.
Yorum Yap