- 19.04.2022 08:07
Zihin konusu insan davranışlarının nedenlerini araştıran psikoloji biliminin odak noktasıdır. Bilinç ve bilinçaltı olarak iki bölümden oluştuğu varsayılan zihnimizin haritasını 20. Yüzyılda Sigmund Freud çizerek psikolojiyi bir bilim haline getirmiştir. Zihin konusunu grup, topluluk düzeyinde işleyen ve ''Grup Zihni''ni tanımlayarak sosyal psikoloji dalında çalışmalar yapmış bir diğer bilim insanı da Le Bon' dur.
Le Bon'un sosyal psikolojiye dair öne sürdüğü görüşler yaşadığı dönemin aydınlarına, sanatçı ve siyasetçilerine çok güçlü etkide bulunmuştur.
20. Yüzyılın başlarında Gustave Le Bon'un ' Les Lois Psychologiques de I'Evolution des Peuples' isimli eseri İttihatçı Abdullah Cevdet tarafından çevrilmiştir ve Jön Türkler olarak adlandırılan aydın grubunun Osmanlı toplumsal düzenini yeniden dizayn etme çalışmalarına kılavuzluk etmiştir.
1899'da Jön Türklerin merkez yayın organı olan Osmanlı Gazetesi’nde Abdullah Cevdet, 20. Yüzyılın tüm totaliter ideolojilerinin propagandalarının dayanak noktası olan Le Bon'un şu görüşlerini yayınlamıştır: ''toplumsal kitle mantıktan çok hisle hareket eder, belirsiz bir fikir kitlelerce bilimsel bir gerçekmiş gibi kabul edilir ve benimsenir, bir tek kişinin duyduğu infial teker teker kişilere anlatılırsa etkili olmaz; fakat aynı duygu kitleye mal edilirse kitle harekete geçer, kitle içinde bireyler bile kişiliklerini kaybederek kendilerini kitlenin bir parçası hissederler, kitleye sürekli tekrar edilen parolaların ikna kudreti hudutsuzdur.''
Avrupa'da Jön Türkler, Anadolu'da ise İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) olarak bilinen organizasyon içinde bulunan kişiler çok çeşitli etnik kimliklere sahiptiler ve bu durum görüş ayrılıklarının en önemli sebebiydi. Abdülhamit rejimine propaganda eylemciliği yapılması ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan çeşitli etnik grupları hanedana sadakatle bağlanmasını isteyen Osmanlıcılık ideolojisinin savunulması ilk başlarda genel kanı durumundaydı. İTC'nin başlıca amaçları; saltanatın otoriter yönetimine direnmek, halkın yönetime katılımını sağlamak, Müslüman olmayan vatandaşlarla olan sorunları çözmek, Osmanlı'nın dağılıp yok olmasının önüne geçmek, halkı zulüm ve baskıdan kurtarmaktı.
1878'de Berlin Antlaşması sonucunda Balkan topraklarının kaybı Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyo-demografik yapısını büyük değişikliğe uğratmıştı ve İmparatorluk kozmopolit yapısını kaybetmişti. İmparatorluk Müslüman bir imparatorluk haline dönüşmüştü. Bu durum Türkçülük ideolojisinin kuvvetle savunulmasının nedeni olmuştur.
İTC; Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan hükümetleri dışarıdan yöneterek siyasete etkide bulunmayı ilk başlarda daha uygun görmüştür; fakat 23 Ocak 1913'te Babıali Baskını sonrasında iç siyasete tamamen hakim olmayı istemişlerdir ve iç siyasetteki hakimiyetlerini güçlendirmişlerdir.
İTC, Le Bon'un görüşlerinden çok etkilendiği için ''elitist'' bir yaklaşımla Osmanlı toplumunu ''edilgen'' bir durumda görmüştür ve küçük bir seçkin azınlık tarafından halkın yönetilmesinin daha uygun olacağını kabullenmiştir.
Jön Türklerin siyasi görüşleri otoriter saltanat yönetimine karşı olmuştur; fakat iktidar olanakları ellerine geçtikçe kendilerini baskıcı olmaktan koruyamamışlardır. Le Bon'un görüşleri temelinde şekillenen siyasi görüşleri iktidarı elde etmelerine olanak verse de otoriterleşmeyi gerektiren şartların önüne geçmeleri mümkün olmamıştır; kimi tarihçiler bu durumu 1. Dünya Savaşı'nın çetin şartlarına bağlamaktadır; fakat bilim bize nedenlerin açıklamalardan daha önemli olduğu konusunda tarihsel birçok ders vermiştir.
Jön Türk otoriteryanizminin nedeni Le Bon'un sosyal psikolojisinde saptanan ''nedensellik yokluğu'' sorununun göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu es geçme otoriteryanizm ile Bonyen sosyal psikoloji arasında nedensellik ortaya çıkartmıştır. Bonyen görüşün eksik kaldığı noktalardan hareket edilseydi ülkemizdeki bu günkü siyasi manzara oldukça farklı olacaktı. Bonyen sosyal psikolojinin nedensellik yokluğu sorununu ilk fark eden bilim insanı Sigmund Freud olmuştur.
Freud'a göre toplum etken ve edilgen gerilimlerde oluşan etkileşimlerle meydana gelir. Freud siyasal iktidarı hem ana hem de baba pozisyonunda kabul eder. Buna ek olarak, toplum ise gözetim, özveri, sevgi gibi duyguları ihtiyaç hisseden çocuk ile aynı pozisyondadır.
Bonyen sosyal psikoloji yaklaşımı kullanılarak İTC'nin halka yüklediği edilgen rolün yerine, Freudyen sosyal psikoloji yaklaşımı kullanılarak iktidar ile yönetilenler arasındaki etkileşime dayalı siyasalar izlenseydi kanımca Osmanlı'nın birlik ve bütünlüğü korunacak, istenilen uygarlaşma hedefine ulaşılacaktı. Şüphesiz eğitim başta olmak üzere diğer tüm çağ dışı kurumların ıslahında Freudyen yaklaşım daha verimli ilerlemeler sağlayacaktı.
Le Bon'un sosyal psikolojisine dayalı siyaset tek değerlidir ve gerilim, çatışma, kaos üretmiştir. Bunun yanında Freud'un sosyal psikolojisi çift değerlidir ve sevgi, mutluluk, barış, refah gibi sonuçlar üretmeye elverişlidir. Bu konuda Francis Fukuyama'nın açıklamalarından hareket ederek Japon toplumsal gerçekliğini referans alabiliriz ve Freudyen sosyal psikolojinin Liberal özgürlükleri yaratma ve yaşatma potansiyelini fark edebiliriz.
Sonuç olarak Jön Türklerin siyasi görüşlerinin Türk siyasetine olumsuz etkileri Bonyen sosyal psikolojik görüşler sebebiyledir. Bonyen propaganda tarzının Osmanlı İmparatorluğu’nu içten içe çürüterek insan hak ve özgürlüklerini yok ettiğini söyleyebiliriz. Jön Türkler kendi dönemlerindeki halkın sosyal kaygılarını pekiştirerek gerçekliğe taşımışlardır. Aynı zamanda günümüzün çağdaş Türkiye toplumunda otoriteryan siyasetin kurumsallaşmasının temellerini atmışlardır. Kısacası söz konusu bilimsel yanlış tercih Türk halkının özgürlük ideallerinin her dönemde hüsrana uğramasına neden olmuştur.
Yorum Yap