- 31.01.2013 00:00
Eski Akçakoca Caddesi üzerinde, 3 katlı binanın ikinci katındaki dernek kapısının eşiğinden içeriye ilk adımımı attığımda, liseye yeni başlamış leylim ley havalarında bir delikanlıydım.
Salonda, benim yaşlarımda birkaç yeni yetme tıfılın dışındaki 8-10 kişi benden yaşça büyüktüler. Birkaç bayanın dışındaki erkeler ise sarkık bıyıklı, keskin bakışlı, yeşil parkalı ağabeylerdi.
Toplantı salonu da denilen bölümün ortasından uzunca bir masa, masanın etrafına dizelenmiş tahta sandalyeler, salonun dört bir yanına uzatılmış sedirler vardı.
Hararetli konuşmaların yapıldığı her halinden belli olan salonun ortasındaki uzunca masanın üzerinde birkaç Birinci sigarası, ağzına kadar izmarit dolu birkaç metal küllük, Maksim Gorki’nin Ana’sı, İlya Ehrenburg’un Paris Düşerken’i, Harun Karadeniz’in Eğitim Üretim İçindir ve ismini hatırlayamadığım birkaç kitabın dışında, ama çokça da, bugünkü Radikal Gazetesi’ni andıran boyutuyla, üzerinde İYG yazan, İlerici Yurtsever Gençlik Dergisi vardı.
Toplantı salonun duvarlarına yapıştırılmış afişlerin üzerinde bir takım insan figürleri ve o günlerde anlamını pek de bilmediğim “Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi, Faşizme Geçit yok, 141-142’ye hayır, Yolumuz İşçi Sınıfı’nın Yoludur “ gibi sloganlar yazılıydı.
Benden yaş olarak epeyce büyük ağabeylerin içten ve dostca buyur etmeleriyle, samimi ve sıcak bir sohbetin yapıldığı her halinden belli masanın yanında bulunan ahşap iskemlelerden birine ilişerek oturdum.
Sohbetin bitiminden sonra koro vaziyeti alan arkadaşlar, salonda bir takım marşlar söylemeye başladılar.
Demelerine göre, çok uzun seneler sonra DİSK’in öncülüğünde, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı yasal olarak kutlamak ve yürüyüş yapmak için Taksim’e çıkacaklarmış.
Kızlı erkekli gurubun topluca seslendirdiği 1 Mayıs’ın dışında birçok marş söylendi. Söylenen marşların içinde hafızamda en derin iz bırakan şu dizelerdi: ”… din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan. Anamız amele sınıfıdır, yurdumuz bütün cihandır bizim… ”
1976 yılıydı ve ben 16 yaşında yeni yetme bir tıfıldım…
Eşiğinden ilk kez içeriye adım attığım derneğin adı Düzce İGD, İlerici Gençler Derneği'ydi…
Hani şu ırkçı sözlerin sahibi CHP İzmir Milletvekili Ayman Güler ‘in de üyesi olduğunu iddia ettiği, yüzlerce üyesi sokak ortalarında infaz edilen ( ki, bu üyelerden biri de, 10 Eylül 1978 yılında Halkın Kurtuluşu üyelerince Düzce'de sokak ortasında öldürülen Önder Alkan’dı ), işkencelere maruz kalan, binlerce üyesi 12 Eylül Askeri Darbesi tarafından zindanlara tıkılan, darbenin üzerinden silindir gibi geçtiği dernek…
O derneğin kapısından içeriye girdiğim ilk andan itibaren benden yaşça büyük ağabeylerim bize milliyetçiliğin, faşizmin, ırkçılığın iyi bir şey olmadığını, insanlığın kurtuluşunun Enternasyonalle olabileceğini anlattılar.
İnsan sevgisini, insan onurunu, insanları dillerinden, renklerinden ve inançlarından dolayı ötekileştirmememiz gerektiğini anlattılar.
İsterdim ki, bu satırları yazmak zorunda kalmayayım. Benim de üyesi olduğum, bir dönem yöneticiliğini de yaptığım ve bu nedenle 12 Eylül Darbesi’nden sonra içeri tıkılıp yargılanarak düzmece Askeri Mahkemeler tarafından 10 yıl 8 ay ceza aldığım İGD, dün bir dönem İGD sıralarından geçmiş CHP’li Ayman Güler gibi ırkçı söylemleri olan bir dernek olarak hafızalarda yer etmesin.
İsterdim ki, cevabı ben ya da benim gibi İGD tarihine tanıklık etmiş arkadaşlarımız yerine, kuruluş amacı bizim gibi sıradan insanların sıra dışı hikâyelerini gün yüzüne çıkarmak olan benim de üyesi olduğum TUSTAV versin.
Kuruluş amacı TİP, TKP, TBKP, İGD ve benzeri hareketlerin kenarda köşe de kalmış belgelerini gün yüzüne çıkarmak olan Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları Vakfı TÜSTAV, dilerim İGD’yi, 1 Mayıs 1977 Katliamının sorumlusu olarak gösterilmeye çalışıldığı tartışmalarda tutulan dili çözülür de, en azından bu kez kuruluş felsefesine uygun bir açıklama yapar.
Yeri geldiğinde hep anlatılır, uğrunda bedel ödediğiniz tarihinize sahip çıkmaz iseniz o tarihi birileri kendi istek ve amaçlarına uygun olarak anlatırlar…
Bilinen bir hikâyedir,
Ünlü Kartacalı komutan Hannibal, İspanya üzerinden gelerek Roma’yı kuşatır. Kimi tarihçilere göre Roma düşmek üzeredir. Ne hikmetse Hanibal Roma’ya girip, o ihtişamlı Roma’yı tarihe gömemez.
Durumdan rahatsız olan Hannibal’ın kurmayları ısrar etseler de onu ikna edemezler.
Bu sırada kuşatma altındaki Roma toparlanır ve karşı saldırıya geçerek Hannibal kuvvetlerini geri püskürtürler. Bozguna uğrayan Hannibal geri çekilir ve Kartaca’ya geri döner.
Roma’ya korku dolu anlar yaşatan Hannibal yakalanmalı gereken ceza verilmelidir. Yıllarca iz sürülerek sonunda Gebze’de kıstırılır.
Durumun vahametini anlayan Hannibal parmağındaki yüzük de taşıdığı zehri içerek canı kıyar.
Hannibal’ı ölü ele geçiren Romalı komutanın işi bitmemiştir…
Hannibal’ın hizmetkârına günlerce işkence yaparlar, aradıkları Hannibal’ın günlükleridir. Ağır işkencelere dayanamayan hizmetkâr, sonunda günlükleri sakladığı yerden çıkararak Romalı komutana verir.
Zafer kazanmanın gururuyla günlükleri eline geçiren Romalı komutan, şöminenin başına geçerek bir yandan keyifle şarabını yudumlar ve bir yandan da günlükleri teker teker yırtarak şöminenin ateşine atarak şu unutulmaz sözleri söyler:
“ Kartacalıların da tarihini Romalılar yazar! “
Evet, TÜSTAV’ın tepesinde oturan dostlar,
Bizim de tarihimizi ırkçı söylemlerin sahibi Birgül Ayman Güler gibileri mi yazacak!?
*******************************************
Not:1-( “ Gerçek solcular nereye kayboldu? ” Sanem ALTAN’nın bugünkü yazısın
In başlığı)
Not: 2- Hannibal’ın hikayesi, NTV’nin BBC Belgesel Kuşağı’ndan aktarmadır
Yorum Yap