- 23.06.2014 00:00
33. Abant Platformu, Abant’da toplanma geleneğinden zorunlu olarak vazgeçmek zorunda kalınca yolu Akçakoca’ya düştü.
Bu dönemin konusu “ Türkiye’nin Yönü” tartışmasına yüzden fazla entelektüel, Profesör ve bilim insanı katıldı. Türkiye’de Demokrasi, demokratik katılım, çevreye duyarlı kalkınma, kuvvetler ayrılığı ve sistem tartışmalarının yapıldığı toplantıya Akçakoca’daki siyasi parti temsilcilerinin ilgisi yoktu. Platform toplantısında “Ortadoğu’daki Gelişmeler ve Türkiye” konusunda sunum yapan Eski Dışişleri Yaşar Yakış, yılların birikiminine rağmen “ bu toplantıda çok şey öğrendiğini” ifade ederken, Akçakoca’nın önde gelen siyasetçileri zaten herşeyi biliyorlardı.
Abant Platformu katılımcıları, giderek otoriterleşen bir iktidar karşısında demokrasinin nasıl korunabileceği ve geliştirilebileceğini tartıştılar. “Hakimlerin siyasi idareden bağımsız olması, İdari otoritenin ekonomik iktidarının kontrolü “ gibi demokratik arayışlar ve alternatifler konuşuldu. Mevcut 12 Eylül 82 Anayasasında yer alan ve bir türlü değiştirilmeyen, %10 baraja dayalı SEÇİM YASASI’nin Kartel partiler yarattığı, seçim sistemi değişmedikçe tüm kesimlerin demokratik olarak temsilinin mümkün olmadığının üzerinde duruldu.
DEMOKRASİ’YE AYDINLARIN MI İHTİYACI VAR?
İfade özgürlüğü ve bilgiye sınırsızca ulaşma hakkı, örgütlenme hakkı, sivil itaatsizlik olarak ifade edilen kavramlar; gelir gurubu düşük olan kesimler için ne ifade ediyor? Halk cahil olduğu için mi makarna+kömür = AK Parti’ye oy veriyor? Ak Partiye oy verenlerin ne kadarı yoksul, ne kadarı AKP ile birlikte yaşam standartını yükseltti ? Yakın zamanda yaşanan SOMA Maden Faciası’nı yaşayanların çoğunluğunun AKP’ye oy vermesi tesadüf mü? Çalışma koşulları kötü de olsa evine ekmek götürmesini sağlayan çarkın başında AKP İktidarını gördüğü için olmasın? “ Denize düşen yılana sarılır.” İşçileri “gönüllü” olarak kölelikten beter çalışma koşullarına iten, sendikalaşmasını engelleyen, yanlızlaştıran 12 Eylül Darbesinin sendikal hareket üzerinde yarattığı tramvadır. Ak Parti iktidarı da taşeronlaşma ile ÖRGÜTLENME HAKKInı tamamen yok etmiştir. ( Var olan sendikanın işveren tarafından nasıl kurgulandığını hep birlikte gördük.)
İŞÇİ SINIFI ÖRGÜTLENEREK HAKLARINI SAVUNABİLİR.
Geçmiş dönemde beyaz yakalı olarak ifade edilen ofis çalışanları ile fabrikada çalışan mavi gömlekli işçiler arasında bu kadar keskin bir ayırım yoktu. Aradaki mesafe açıldıkça, birlikte örgütlenmenin ve mücadele etmenin koşulları da zorlaştı. Oysa bu ayırım o kadar yapay ki… Günde Sekiz saat çalışma hakkının çiğnendiği, birkaç elemanın yapacağı işin tek kişi üzerine yıkıldığı, fazla mesai kavramının çoğu yerde unutulduğu kimse için sır değil. Ama İŞİNİ KAYBETME KORKUSU” her çalışanın içine öyle bir işlemiş ki, örgütlenmek şöyle dursun, örgütlenmenin lafından korkuyor.
Bu ülkede Yaşam hakkı var mı?
Yaşama hakkını; Dünyaya gelen her canlının, barınma beslenme ve kendi türünü devam ettirme hakkı olarak ele alacak olursak; doğduğu yerde karnını doyuramayan, barınamayan bir canlının yaşam hakkının olduğunu söyleyemeyiz.
Eğer Soma’ da toprağını işletemeyen çiftçi, memleketinde iş bulamadığı için Soma’ya göçen işçi bir lokma ekmek uğruna hayatını riske atıyorsa, Devlet okulunda, Harç parasını yatıramayan öğrenci, İstanbul’da Gökdelenin inşaatından düşüp, hayatını kaybediyorsa YAŞAM HAKKI yoktur. Bunların nedenlerinin tartışılması ve ölümcül sonuçların önlenebilmesi için; Demokrasiye, Aydınlardan çok alt gelir gurubundakilerin ihtiyacı vardır. Aydınlar, ölümle- yaşam arasında mücadele eden insanlarla bağ kurabilmek için demokrasiye olan ihtiyacı anlatmanın yollarını, araçlarını bulmak zorundadır.
BU DÜNYA HER CANLIYA YETER…
Yaşam hakkının insan türünün devamı için önemini tartışırken; İnsanın çevresiyle, ( ağacı, kuşu, kurdu, ayısı, solucanı, kedisi, köpeği) birlikte yaratıldığını unutmadan yaşam alanlarımızı korumamız gerekiyor. Yaşamın değersiz olduğu algısı, sokağınızdaki bir ağacın kesilmesiyle, bir sokak köpeğinin zehirlenmesiyle bilinçaltımıza kazınıyor ve kendimizi onlardan ayrıcalıklı görmeye başlıyoruz. “ Ağaçtan daha değerliyiz” duygusundan başlayarak, kendimizi ait gördüğümüz sosyal statüye kadar herşey farkında olmadan değersizleşiyor. Çöpümüzü alan çöpçüyü, madenin derinliklerinde kaybolan madenciyi, mahallemize girip orada olduklarını gözümüze sokmazlarsa görmüyoruz. İnsanlıktan çıkıyoruz ama bunu fark etmiyoruz.
BU YÜZDEN YAŞAM HAKKINI SAVUNMAK İNSANLIĞIMIZI KORUMANIN TEK YOLUDUR.
İnsan, dünyanın efendisidir algısı değişirse; İnsanın efendileri de olmaz. Altta kalanın canı çıksın anlayışından, daha demokratik, daha eşit ve daha yaşanabilir bir dünyaya kavuşmak için, çevreye ve orada yaşayan canlılara saygı göstermek zorundayız.
Demokrasi olursa, herşey rahatça konuşulup, tartışılabilir ve kimse kimseyi kandıramaz. Örgütlenebiliriz ve haklarımızı koruyabiliriz. Gelişkin bir yaşam kalitemiz olur ve kendimize saygı duyarız. İyi bir çevrede yaşamanın kuralının çevreyle, diğer canlılarla uyum içinde olmaktan geçtiğini kavramamız kolaylaşır.
İŞTE O ZAMAN AŞKIN DEMOKRASİ deyince; tüm canlılarla uyum içinde bir yaşamı kastettiğimizi ve bunu hakettiğimizi biliriz.
Yorum Yap