Talip Öztürk - 9 (Son)

  • 11.05.2014 00:00

 Akın Öztürk:

Trakya’yı beraber geziyorsunuz, bu arada yemek yiyorsunuz falan, paylaşım yaşıyorsunuz. Böyle bire bir anlatacağınız, Talip’in kişiliğini ortaya koyabilecek anınız var mı?

Necati Kur:

Mesela şöyle bir anı; çok böyle yemek yeme olayı hatırlamıyorum o anda ama... Bir tek Çorlu’da bilinen bir köfteci vardı. Orada köfte yedik. Uzunköprü’den Pala Mehmet bir de Mehmet Dömekeli vardı. O da İstanbul’da bir dönem, TKP Davası’ndan tutuklu kaldı. (Pala Mehmet’i de kaybettik.) Tabii sanıyorum para konusunda, Uzunköprü’den gelen arkadaşlar, bizi misafir kabul ederek, bize ısrarla “Birer buçuk köfte yiyelim, biraz da meşhur bir köfte, işte köftenin yanında da piyaz.” Talip’in “Bir porsiyon yerim, başka bir şey yemem. Bunun parasını da kimseye verdirmem. Kendim veririm.” dediğini hatırlıyorum. İşte ya geldik. Böyle “Ağırlanalım, çok yemek yiyelim” bu tür şeyler olmadığından kafamda bir tek böyle bir anı var, onun dışında böyle çok orijinal söyleyebileceğimiz bir anımız olmadı ve herkes cebinden parasını çıkardı ve kendi verdi. Çorlu’daki köftecide onu biliyorum.

Akın Öztürk:

Var mı başka söyleyecekleriniz?

Necati Kur:

Benim aklıma gelen, paylaşabileceğim anılar bunlar. Ama yine şunun altını çizerek söylüyorum. Bugün Türkiye Öğretmen Hareketi tarihine baktığımızda, geçmişe dayalı çok köklü bir mücadele geleneği var Öğretmen Hareketi’nin. Yani özellikle Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Türkiye’de azınlıklar, gayrimüslimler devlet memurluğu yapmış. Fakat bunlara yapılan soykırımlar ve özellikle çıkarılan Varlık Vergisi vs aracılığı ile iyice asimile edilip yok edilmeye çalışılmışlar. Ve devlet memurluklarını o dönemde hep bunlar yapmış. Zanaatçılık, ticaret de onlarda. Türkiye’de sermaye birikimi, bunların elinde. Bakmışlar mal kayıyor. Bunların bütün mal varlıklarına, gelirlerine el koymuşlar. Türkiye’de sanayi toplumunun oluşumunun, çok sonraki yıllara dayanmasının temel nedenlerinden biridir bu... Deyip, konumuza döneyim. Benim esas söylemek istediğim; o dönemde okuma yazma oranı çok düşük. Memur, öğretmen çok az. İlkokul mezunları, ortaokul mezunları öğretmen yapılmış. Devlet memurluklarına alınmış. Böyle işçi kesiminde ustabaşı olanlar, önemli kademelere getirilmiş. İkinci Dünya Harbi’nde ben bilirim annemin, babamın nüfus cüzdanlarında ekmeğini almıştır mührü basılmış. Aslında ekmeğin olmadığı, gazın, tuzun, bezin olmadığı o dönemde, devlet memurlarına bu olanaklar hiç karşılıksız verilmiş. Ve memurluğu bırakıp aman kaçmasınlar diye de her türlü imkân sağlanmıştır. İşte Memurin Muhakemat Kanunu, bugüne kadar amirlerinin izni olmadan yargılanamamalarının nedeni 1937’lerden bugünlere gelen bir yasa. Şimdi bu devlet olanakları ile sunulmuştur. Bir kavga vermezseniz, bir gelenek, mücadele geleneği, kültürü oluşmaz. Oradan gelen bir gelenek, kültür olmasına rağmen Türkiye’de Öğretmen Hareketi, iyi bir sınav vermiş. İsmini sayamayacağımız bir sürü insan, Türkiye’de Öğretmen Hareketi’nin bugünlere gelmesinde katkı yapmış. Şimdi mücadele, hala doğrularıyla, yanlışlarıyla sürüyor. Türkiye’de demokrasi, hala kurumsallaşamıyor, içselleşemiyor, yaşam tarzına dönüşemiyor. Sivil toplumda, demokrasi hareketine gerçekten emek vermiş insanların iyi anılması iyi değerlendirilmesi çok önemli. O nedenle sizin de sözünü ettiğiniz, proje olarak ana omurgasını söylediğiniz İstanbul TÖB-DER’deki bu toplantıyı çok önemsiyorum. Ben de çok değerli buluyorum. Bu çalışmayı mutlaka yapmak gerekir. Sevgili Talip Öztürk’ü bu vesile ile bir kez daha anma fırsatı bulduk. Umarım bu çalışma, Türkiye Demokrasi Hareketi’ne, Demokratik Öğretmen Hareketi’ne önemli katkı olur.

Akın Öztürk:

Çok teşekkür ederim. Bu toplantıyı yapacağız. En azından yaptığımız bu sözlü tarih çalışmasını taşımak ve tabii yaygınlaştırmak... Hatta Türkiye’nin başka illerinde de bu tür toplantılar organize edilebilir. Çünkü gerçekten bir devrimcinin nasıl olması gerektiğini, devrimci olduğu için öyle yaşamak zorunda olan değil, onu gerçekten içselleştirerek yaşayan bir kişi Talip. Bu tür çalışmaların bugünün ve geleceğin devrimcilerine, ilericilerine, aydınlara kılavuz olacağını, Talip’in kişiliğindeki birleştirici, dinleyici, kendisinin dışındaki farklılıklara hoşgörü ile yaklaşabilen, onları dinleyebilen bu özellik çok önemli. Talip karşıtları ile oturup konuşabilen bir kişi. Farklı, farklı geleneklerden kafasını kıranlarla ayni masa başında onları anlamaya çalışan, karşıtlarının düşüncelerinin olumlu olan yönlerini değerli bulan, tepedenci bir zihniyetle kendi düşüncesinin egemen olmasını sağlamaya çalışmayan, ama anlamaya çalışan bir insan. Bu gün sizde bahsettiniz... Maalesef solun en büyük hastalığı birbirini anlamamaya çalışmak.

Necati Kur:

Yine bir anekdot anlatacağım bu konuşmamızla ilgili... Lüleburgaz’da toplantıda sanıyorum Bursalıydı o arkadaş... Sonra yurt dışına Fransa’ya falan gittiğini öğrendim. Ömer... Soyadını hatırlayamıyorum... Şimdi bu TÖB-DER Kongresi ile ilgili, TÖB-DER’e bakışımız, demokratik kitle örgütlerine bakışımız, demokrasiyi yaygınlaştırma, daha demokrat, öğretmenlerin eğitimle ilgili, mesleki anlamda, ekonomik anlamda sorunları ile ilgili önerilerimiz doğrultusunda benim çok kısa bir konuşmam oldu. Ama daha çok Talip, uzun uzun konuştu. Ömer çıktığında, böyle Devrimci Öğretmen Grubu, Dev-Yol’cular saldırdılar buna... Yani dövüşmek için değil ama biz karşı çıktık orada. Dedik ki “Böyle yapmayın, bu arkadaşın düşünceleri size ters gelebilir, yanlış gelebilir, ama oturacağız konuşacağız, biz öğretmeniz.” diye müdahale ettik. Bu arkadaş... 1976 Kongresi’nde ittifak görüşmeleri için gittiğimizde, şunu hatırlıyorum... Tabii tek tek ne söylediği aklında kalmıyor insanın... Kaç sene geçmiş aradan... Ömer, bize doğru döndü... “Biz sizin oksijen çadırınız olamayız” dedi. Şimdi ben, Lüleburgaz’la bağlantı kurarak konuşacaktım ki Talip dizimden tutup. “Necati otur!” dedi. Tabii öyle şey olunca insan birden sinirleniyor. Haksızlığa uğramış oluyorsunuz. Tepki göstermek istiyorsunuz. Ama Talip, o tepkiyi bile göstertmedi. Yani gerçekten biz her şeyi tam doğru mu yaptık? Hayır yapmadık. Örneğin iki başlı bir yönetimin çıkması gibi... Ama itidalli, gerçekten sakin, ağırbaşlı, kişiliği sağlam, zımba gibi dimdik ayakta duracak insanlardık. Diyalogu, gülerek sohbet edebilmeyi, paylaşabilmeyi yapabilecek insan sayımız çok azdı. Talip bunlardan biriydi. Bence bu kişilik, yakalanması gereken bir ana halka... Bugün hala öyle mutedil, sakin, bir şey söylendiğinde sandalyenin arkasına yaslanıp gülerek dinleyebilecek, ama ne düşündüğünü, ne olması gerektiğini de gülerek söyleyebilecek sayımız çok az. Bana göre çıkarılması gereken en önemli derslerden bir tanesi bu diye düşünüyorum.

Akın Öztürk:

Çok teşekkür ederim. Vakit ayırdınız geldiniz. Umarın daha sonraki etkinliklerde tekrardan görüşürüz.

Necati Kur:

İnşallah... Bu İstanbul’da olduğu gibi zaman zaman anma günleri de olmasa bir atölye çalışması gibi küçük gruplarla iller bazında da bu çalışmalar yapılabilir. Yapılmalıdır da, iyi olur...  Bunu projelendirmek adına işte burada Refik Hoca, Süleyman Altaş, Musa Kasa, Hüseyin Uysal, Hasan Gürkan, çağrılırsam ben de severek koşa, koşa gelirim... Böyle bunlarla bir araya gelmenin biraz zor olduğunu biliyorum. Belki imkânsız olabileceğini de düşünüyorum. Ama nasıl bir yol bulunabilir? Bu saatten sonra biraz ben de devreye girerek bu konuda ortak çabamız olsun diye önermek isterim.

Akın Öztürk:

Çok sevinirim, çok teşekkür ederim.

Necati Kur:

Ben de çok teşekkür ederim. Talip’i andık. Güzel bir söyleşi oldu. Umarım gelecek kuşaklara taşınacak bir sözlü tarih çalışması olur. Teşekkür ederim.

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.