Talip Öztürk - 8

  • 4.05.2014 00:00

 Akın Öztürk:

Hocam bir de 1978 Kongresi’ne dönmek istiyorum. Yine TÜSTAV’dan çıkan Sabahattin İzcioğlu’nun bir kitabı var. Orada Sabahattin İzcioğlu’nun, “İki Başlı Yönetim”le ilgili Talip’in duygularını anlattığı bir bölüm var. Okudunuz mu, bilmiyorum?

Necati Kur:

Orada geçen Necati Kur, benim. Dev-Genç Saymanı olduğumu yazıyor orada zaten. Mesela daha 1976 Kongresi’nde, Sabahattin’in eski Eskişehir’deki siyasi orijinini biliyorum. Ona çok girmeyeceğim. Bursa Eğitim Enstitüsünde beraberdik. O, Dev-Genç Sekreteri’ydi. Ben, Sayman. Mehmet Çakır da daha sonra bir kitap yazdı. Biz üç saç ayağıydık. Yani hiç birbirimizle siyasi anlamda bağ kurmadan yaşam geldi bizi ayni siyasi olgunun içerisinde yeniden bir araya getirdi. Ama Çakır’la beraberdik de Sabahattin’le farklı alanlardaydık. O 1976 Kongresi’nde bizim konuşmalarımızdan etkilendiğini sanıyorum. Sabahattin kitabında bundan söz ediyor. Ben 1978 Kongresi’nde askerdim. O nedenle 1978 Kongresi’ni izleyemedim. Ama 1978 Kongresi’nde olanlarla ilgili gelişmeleri, bütün detaylarıyla takip ettim. Bu kişilerden edindiğim bilgiler, okuduklarım ve bir de... Ya hatırlayamadım burayı pas geçelim. Şeyden söz edeceğim. Konca’da beraber kaldık. Talip Öztürk’le ayni Yönetim’de olan Bartın’lı Kadir Şener Yalçın’la, Kadir abi ile Konca’da beraberdik. TKP Konca Davası’nda... Onunla da bununla ilgili bayağı konuşmalarımız, görüşmelerimiz oldu, 12 Eylül’de... Yani ben en başından böyle bir ayrılığın, iki başlı bir kongrenin olmasının ve iki başlı bir yönetimin çıkmasının, kesinlikle Talip’in çok baskı altında kalarak dönemeyeceği bir yola sokulmuş olmasından kaynaklanan bir olgu olduğu kanısındayım... Bunun açıkça adını koymak gerekirse, Parti’nin sivil örgütlere müdahalesinden kaynaklanan bir anlayışa sahip olduğu kanısındayım. Kesinlikle budur. Zaten 1980 sonrası Parti’nin yeni çalışmalarla TİP, TKP, TBKP sürecine bile gelmeden önceki raporlarında “Bundan sonra sivil örgütlere hiçbir şekilde müdahalemiz olmayacak” tutum ve tavrının göstergesidir o iki başlılık. En çok böyle bir karara neden olan, böyle bir karar almaya zorlayan etmendir. Ben bu anlamda da böyle bir kararın oluşmasında Talip’in direncinin ve baskısının olduğuna inanıyorum. Ve Talip ile bundan, bununla ilgili, oturup hiç konuşamadık. Ama çok rahatsız olduğunu, hiç hoşnut olmadığını biliyorum. Şimdi TÖB-DER Yönetimi, bir Merkez Yönetim vardır. Bir de Yürütme Kurulu... Yani illerden seçilmiş kişilerin temsilcilikleri ile oluşan bir olguydu. Sabahattin de işte Yürütme Kurulu’nda öyle bir görev almış. O çok bilmeyebilir... Ama onun dediği de doğru.                                                             

Akın’ın sorması üzerine, Hasan Gürkan’ın iznine ve affına sığınarak, “İki Başlılık” döneminde Ankara’daki Sovyet Büyük Elçiliği’nin davetiyle ilgili bir Kokteyl’i, Hasan Gürkan’ın ağzıyla aktarmak istiyorum.

Talip, Hasan Gürkan, Selami Kıymaç, Rüştü Apaydın, dört kişi, Sovyet Konsolosluğu’nda yemeğe katılıyorlar. Tabii, orada Rus Votkası içiliyor. İçki bol, tabii. Orada özellikle kadehler çok hoşlarına gidiyor. Birer tane kadehi, anı olarak saklamak üzere alıyorlar. Bardakların üzerinde orak-çekiç var. Birer anı, ileride çocuklarımıza “Biz bu davete katılmıştık” gibi. Hasan Gürkan diyor ki, “Birer tane de votka koyalım ceplerimize.” Birer votka koyuyorlar. Toplantı dağılacağı zaman diyorlar ki, “Önünüzü sıkı sıkı kapamayın, bardakla şişe birbirine vuruyor, ses çıkarıyor... Ataşe fark edecek, rezil olacağız...” falan. Neyse Ataşe, bunları uğurlamak için yanlarına gidiyor. Ataşe’nin yanında, konuşulanları çeviren bir de tercüman var.  Diyor ki, “Sizlerle beraber olmaktan çok mutlu oldum.” Böyle üç beş dakikalık bir konuşma oluyor. Hasan Gürkan onlara, çıktıktan sonra diyor ki, “Yani beni rezil ettiniz... Fark etti, adam... Bardaklarla şişeler birbirine vurdukça, sesleri duyuluyordu. Bunun hesabını nasıl vereceğiz.” Bunlar çıkıyorlar. Yatıyorlar. Hasan Gürkan, erken kalkıyor. Diyor ki, “Ben Parti’nin sorumluluk düzeyinde bir adamıyım. O nedenle bir gideyim, ne oldu, ne kaldı?” diye evden çıkıyor. “Aslında hiçbir yere gitmedim” diyor. “Yan bakkaldan bir şeyler aldım. Biraz da çevrede oyalandım ve sonrada eve gittim.” diyor. “Kalkın” demiş. “Kalkın, Konsolosluk’tan çağırıyorlar. Bardakları istiyorlar. Hepsi zimmetliymiş, sayılıymış. O nedenle de bardakları götüreceğiz.” Şimdi Talip, “Eyvah rezil olduk” diyor. Hepsi de “Ne yapalım, ne edelim?” diyorlar. Hasan, “Hep beraber gidelim. Ben çıkacağım, ‘Ben temsilciyim, anı olarak aldık’ falan, ‘Bir tane almıştık zaten, onu da derneğe koyduk. O nedenle bir anımız oldun diye, bizi lütfen mazur görün.’ falan diyeceğim.” diyor. Onlara da diyor ki, “Bu olayı sessiz sedasız, duyulmadan kapatırsam, bana yetmişlik bir votka alacaksınız.” diyor. Onlar da “Tamam, tamam.” diyorlar... “Ya ne demek 70’lik, ne istersen alırız.” diyorlar. Neyse gidiyorlar... Şimdi bunlar diyorlar ki, “İstersen biz gitmeyelim. Çok kalabalık oluruz. Sen git, derdimizi anlat.” Hasan’ın da istediği zaten bu... Gelmezlerse çok daha iyi... Hasan, zaten onu istiyor... “Tamam” diyor, “Hadi benim başımı iyice belaya soktunuz, katlanacağız artık, ne yapalım.” “Afra, tafra ile gittim.” diyor. “Sokakta oyalandım... Konsolosluk’un etrafını şöyle bir dolaştım...

15-20 dakika sonra yanlarına gittim. ‘Hadi gözünüz aydın. Madem anı için aldılar (Kestirmeden anlatıyorum) Tamam bir şey yok.’ Talipler de gittiler, benim votkamı aldılar.” Böylece bir anı...

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.