Hilmi Özkök Paşa ne dedi

  • 6.08.2012 00:00

 Hilmi Özkök Paşa, olayların içindeki en üst düzey ve yalnız kalmış tek muhalif olarak, ancak bu kadarını yapabilirdi.

Hem ondan başkası çıkıp konuşmayacak, hem her şeyin çözümü kendisinden beklenecek. Üstelik bunu da, siyasal iradenin görülmekte olan davalardaki desteğinin giderek pörsüdüğü bir zamanda yapacak.

Aslında, “var da diyemem, yok da diyemem” incelikli anlatımına, “TSK generallerinin öteden beri yiyegeldikleri ama diş aralarına kaçınca sıkıntı veren haltlarını temizleyeceğiniz bir kürdan değilim ben” serzenişiyle açıklık getirmiştir.

Ne yalan söylemiştir, ne de arkadaşlarını ihbar etmiştir. Ama kendisini de katmaktan çekinmeyerek, durumun vahametini gözler önüne sermek suretiyle anlayana çok şeyler söylemiştir.

Bir kere konuya adli bir problem olarak bakmamaktadır. Çünkü mesele siyasaldır.

Ordudaki generaller, özellikle orgeneraller (çünkü tuğ ve tüm’ler çırak, kor’lar kalfadır) “şurada konuşulan konularla ilgili olarak”, yâni şimdi kalkıp yargılamalarını büyük oranda yanlış adamlarla yapmış olduğunuz hususlarda; “âdet gereği”, yâni öteden beri yürütülegelen bir görev anlayışıyla görüş alışverişinde bulunurlar ve ülkenin siyasal yapısını, iktidar ilişkilerini kendi aralarında müzakere ederler.

Böylesi misyonları olduğunu varsaymaları, zaten başlı başına bir handikaptır. Ancak bundan sonra“vay, demek siyasal sistemimize burnunuzu sokarsınız, ha!” diye aralarından bir kaçını çekip alarak yargılamaya kalkmak, anlamsız olduğu kadar komik de kaçmaktadır.

Kaldı ki bu misyonlar, darbe süreçlerinde enikonu tesis edilmiş yasal altyapılardan üretildikleri için, öyle durup dururken uydurulmuş şeyler de değildir.

Çünkü ordunun gerek YAŞ’ta oluşturduğu “askerî anafikir”, gerekse bu askerî anafikri MGK’ya taşıyarak onun mutfağında pişirdikleri esaslar dâhilinde “Milli Stratejik Plânlar” yapılacaktır.

Yeri gelmişken söyleyelim ki, YAŞ, MGK ve onların karargâh ya da genel sekreterlikleri, orgenerallerin siyasal yemeklerinin piştiği mutfaklardır. Bu kurullara katılan sivil siyasetçiler ise, o yemekleri yerinde tadarak mönünün ne olacağını vakitlice öğrenmek suretiyle halka servis yapacak olan salon personeli garsonlara benzerler.

İşte bu Milli Stratejik Plânlar, sadece başında orgeneral bulunan birlik seviyelerinde plânlanır, aralarında koordine edilir, geliştirip güncellenmek ve vukufiyet kazanılmak üzere seminer ya da plân tatbikatlarında ast birlik generallerince ve onların karargâhlarındaki kurmay unsurlarca oynanırlar.

Ölçekli haritalar üzerinde yapılan plân tatbikatları daha somut, nazari bilgiler çerçevesinde yürütülen seminerler ise daha soyut olurlar.

Paşa’nın dava konusu olan “Balyoz”la ilgili olarak “Siyasi kişilerin gerçek isimlerini kullanmak suretiyle seminerin amacı biraz aşılmıştır” dediği işte budur. Yoksa onu yasa dışı bulduğunu söylememektedir.

Antidemokratik düşündüğü için değil tersine, son derece demokratik bir adamdır zira , Türkiye’nin siyasal ve askerî yapısı bütün bu plân çalışmalarını zaten öngörmektedir. Yadırganacaksa bu durum yadırganmalıdır diye, dikkatleri açık açık bu yöne çekmektedir.

Bu plânlar bütün TSK’da vardır; üstelik hâlâ vardır. Eğer yoksa, ya da son gelişmeler yüzünden ola ki imha edildilerse, bu durumda “ordu görevini yapmıyor” demektir.

Bir vakitler ortamı oluşturmak vazifesini üstlenmiş olan sivillerin “ordu göreve!” pankartları taşımaları ya da gazetelerine böylesi manşetleri atmaları boşuna değildi. Onlar da bu plânın bir parçasıydılar.

Çünkü gereksinim doğduğunda siyasete doğrudan el koymak ordunun yasal görevidir. Bu plânlar MGK’da alınan kararlarla uyumlu, çeşitli olasılıklar çerçevesinde tasarlanmış senaryolara göre yürütülecek olan müdahale plânlarıdır.


Özkök Paşa, tabut kapağı yerinden oynatılırsa Drakula’nın derin uykusundan uyandırılmış olacağını bildiği için, bu plânların raftan alınıp bir seminere konu yapılmasına karşıydı.

O yüzden astlarını uyarmıştır. Sadece bu konuda değil, sivil alana girmeleri münasebetiyle sivil bir kavram kullanarak “beyin fırtınası” dediği siyasal müzakereler için de uyarmıştır.

Ama sanki “Sevk ve İdare Talimnamesi”nin kitabî kalıpları içerisinde yapılıyormuş havası verdiği aralarındaki müzakereler esnasında, siyasi sorunlara karşı içinde “muhtıra vermek” şıkkı da bulunan “muhtelif hâl tarzları” sıraladıklarını, ne ki “kendi hareket tarzımız” için muhtıra ya da müdahale önermediklerini söyleyerek, muhtemelen çoğu kimsenin kavrayamayacağı askerî bir literatür dili kullanarak, gene de onları korumuştur.

Yâni bunun anlamı şudur:

Meselâ sorunumuz Eminönü’nden Üsküdar’a geçmek olsun. Muhtelif hâl tarzları neler olabilir?

1. Vapurla geçilebilir.

2. Köprüden geçilebilir.

3. Çanakkale üzerinden Marmara Denizi dolaşılarak geçilebilir.

Marmara Denizi’ni dolanarak geçmek sayılsa bile nasıl anlamsız bir hâl tarzıysa, muhtıra vermek de sayılsa bile o denli anlamsız bir hâl tarzıdır, demeye getirmekte; bu şıkkı kendi hareket tarzımızolarak önermediklerini, zayıf da olsa sadece bir hâl tarzı seçeneği olarak dillendirdiklerini söylemektedir. Eh! askerî doktrin açısından burası akan suların duracağı yerdir.

Fakat bir başka noktada, orgenerallere “açık konuştuğunuz için teşekkür ederim ama muhtıra vermeyeceğim” dediğini de saklamıyor. Demek birazcık öneri de var.

Yerimiz bitti, söyleyeceklerimiz bitmedi. Bitmez de zaten.


cinarnamik@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums