- 11.06.2012 00:00
Demokratik bir ülkede ordu, “rejimin ordusu” mudur, yoksa “savunma ordusu” mudur?
Zira bizim ordumuz dış düşmana karşı savunma refleksi geliştirmekten ziyade, Kemalist militarist rejimi “koruyup kollayacak” tarzda şekillenip tertiplenmiş; o nedenle de çalışmalarını, eğitimlerini, plânlarını ve tatbikatlarını askerî ana fikrin bu istikametteki esaslarına dayandırmayı öncelikli görerek, anılan amaçlara hizmeti bir “varoluş sebebi” saymıştır.
Bunun doğru olup olmadığını anlamanın en kolay yolu, meselâ ordumuzdaki herhangi bir tümen karargâhında tutulan ve takip edilen istihbarat kayıtlarında, muharebede karşısına düşecek sınır ötesindeki muhtemel düşman kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetleri ile komutan ve subaylarına dair somut ve sürekli güncellenen bilgilerin mi, yoksa konuşlandıkları kentte kendi halkının valisi, kaymakamı, belediye başkanı, öğretmenleri ve rejim için izlenmeye değer görülen kimselerin takibinin mi daha öncelikli ve önemsenir olup olmadığından çıkarılabilir.
Hâttâ kendi subay ve astsubaylarının eşleri, çocukları ve geniş aile efradı hakkında, özel hayatlarının derinliklerindeki inançları, giyim kuşamları gibi hususlarda çoraplarının rengine kadar biliyorlardır da, sınırın ötesindeki hasım tümen komutanının adını bile merak etmiyorlardır.
O yüzden de, bir yerden bir başka yere derhâl intikâl edebilen ve aynı zamanda hava indirme, uçarbirlik ya da yüzerbirlik vasıflarını haiz, hareket kabiliyeti ve ateş gücü yüksek kuvvetler şeklinde olmak yerine, rejimi kontrol altında tutmak üzere, ülke sathına kışla nizamında bir garnizon anlayışıyla kent kent, ilçe ilçe, kasaba kasaba yayılarak yerleşilmiştir.
İdeolojik ordular böyledirler. Almanya, İngiltere, Fransa’nınki gibi 100-150 bin kişilik teknik ordulara nispetle, 700 bini aşkın asker mevcutları bile hiçbir vakit yeterli görülmez. Nitekim Orgeneral Çetin Doğan da malûm plân seminerinin üst komutanlığa bildirilen sonuç raporunda, “üzerine bineceği halkın ümüğünü daha rahat sıkabilmek için” tatbikat neticesinde ihtiyaç olduğu ortaya çıkan“ilâve dört tugay”ın daha emrine verilmesini isteyecektir.
İşte asli işlevi Kemalist rejimi korumak ve kollamak olan bu ordunun, Türkiye coğrafyasına hangi saiklerle konuşlandırılmış olduğunu kavramanın yanı sıra; darbe süreçlerinde aşama aşama tırmandırdıkları özerkliklerine ve elde ettikleri yasal ayrıcalıklarına, erinden en üst subayına kadar hangi maksatlar için yetiştirilip istihdam edildiklerine, eğitim programlarına, devamlı emir ve talimatlar hükmündeki daimi plân ve projelerine ve bunlar üzerinde yaptıkları alıştırmalar mahiyetindeki periyodik seminerlerine ve tatbikatlarına vâkıf olamazsanız, hâlihazırda süren mahkemelerdeki davaların özünü de anlayamazsınız.
Türkiye’de mutad yürüyen düzen bakımından, sosyo-politik analiz yapamayanlar için sürpriz sayılabilecek bir gelişme oldu. Toplumsal gövdenin büyük kitlesinden neşet eden bir atılımla iktidara tırmanan AKP, işe “ancienregime”i sorgulamakla başladı. Ne ki, yapılması gereken yapısal değişimlere geldiğinde kılını dahi kıpırdatmadığı gibi; eski sistemin siyasal ve toplumsal atmosferde yarattığı kirliliği lâkırdıdan öteye gitmeyen politikalarla giderebileceğini sandı. Bu da onu, başlangıçtaki ilericiliğinden şimdiki gerici çizgisine taşıyacaktır.
Üstelik bununla da kalmayıp, eski düzendeki tüm o antidemokratik kurumların, bir biçimde muhafazayla, bu kez de kendilerine hizmet etmesini umacaklardır.
Meselâ Cumhuriyet’in kurucu babası ve darbeler sürecinde de ordusu, hedefledikleri amaçlar için hukuku araçsallaştırmışlar, her dönemde kurdukları rejim mahkemelerine birtakım işlevler ve görevler yüklemişlerdi.
Fakat AKP, aynı yöntemlerden giderek aynı sonuçların doğacağını sanki hesap edememiş gibi görünmektedir. Kendi halkına karşı en büyük suçu işleyen sanıkların göz göre göre birer mağdura dönüşmelerine sebep olmuştur.
Kimin ne hakkı var, bu mazlum milleti haklıyken haksızmış durumlarına düşürmeye; başına bu gelenlerle, abuk sabuk hâllere çevirmeye!
Reformları bilfiil yapmak varken, militarist sorunları kedinin sırtına yükler gibi, sadece mahkemelere havale ederek mümkün müydü içinden çıkmak?
Önce bu düzeni değiştireceğinizi söyleyeceksiniz, sonra da kaçım kaçım aynı yere döneceksiniz. Halkı aldatmak değildir de nedir bu yaptığınız sizin?
Demokratik bir ülkenin savunma ordusuna benzemeyi sağlayan düzenlemeleri es geçip, rejim ordusunda kalmanın size bir yararı mı olacak sanıyorsunuz? Eğer böyle bir beklentiniz varsa, şaşarım size.
Kaldı ki, ordunun mensupları TSK’nın özerk kurumsal yapısının sorgulandığının farkında bile olmadılar. Onlar olup bitenleri, AKP’nin kendine has siyasetinin sadece intikamcı bir yansıması olarak gördüler. Şimdilerdeki geri çekilme gayretlerini de korkmasına veriyorlar. Askerî Taktik’te bir muharebe şekli olarak Geri Çekilme, diğerinin taarruzi harekâtının o istikamette olgunlaşmaya başladığına; atağını, sıklet merkezini oraya taşıyarak, hızlandırıp derinleştirmesi gerektiğine bir işarettir.
Başbakan Erdoğan, sürgündeki Suriye hükümeti gibi, yatıp kalkıp o konuları işleyeceğine, dönüp birazcık da bu hususlara kafa yorarsa, sanırım yerinde olur.
Bu ülkede siyasetçiler, darbe kültüründen başka bir şey tanımadıkları için, iliklerine reform yapma duygusu sinecek yerde, tıpkı o beslendiklerinin yaptığı gibi, mahkemeler kurarak sadece bir öncekileri yargılamayı değişimin kendisi sanıyorlar.
Ama öyle değil işte!
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap