- 4.11.2011 00:00
Selimiye Kışlası’ndaki askerî ortaokulun, gurbetliğin ve acıma duygusunun yüreğime daha el kadarken düşmüş olduğu yıllarındayken seyretmiştim, Vittorio De Sica’nın Kızım ve Ben (La Ciociara) filmini. Savaş yıllarının İtalya’sında, on üç yaşındaki kızının üzerinden geçen bir tabur askerin vahşetinin anlatıldığı, Alberto Moravia’nın insanın içini burkan öyküsündeki rolüyle, Sophia Loren o dönemin en iyi kadın oyuncu Oscar’ını almış ve daha da ünlenmişti.
Bizdeki gerçek versiyonda ise, küçümencik bir kız çocuğu olan on iki yaşındaki N.Ç’nin, Anadolu’daki bir kentin ileri gelen erişkin erkeklerinin, hep beraber üzerinden geçtikleri barbarlıklarını sözde yargılayan hem ilk derece mahkemesi, hem de yüksek mahkeme, hak ettikleri dersi onlara vermek yerine, işledikleri o suçları hoş görerek, vahşetin bir ucundan kendileri de tutmayı yeğlediler.
Benim isim ve soy ismimin de ilk harfleri N ve Ç. Fakat ben, ismimi ve soy ismimi göğsümü gere gere söyleyebilecekken; ad ve soyadlarımızın baş harfleri bakımından adaşı olduğum bu küçük kız, yazık ki ömrü billâh bunu yapamayacak.
Utanmaz ve arlanmaz bu koca koca adamların on iki yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz etmelerinin akıl almaz gerekçelerini, kanunun satırları arasında arayıp bularak hafifleten ve o ilkellikleri içine sindirebilen bir hukuk anlayışı, nasıl oluyor da onca reformun peşi sıra koşuşturmamıza rağmen, ayakkabılarımızın ökçesine bulaşmış bir köpek dışkısı gibi her gittiğimiz yere bizimle geliyor?
Demek ki yapmamışız. Demek ki, reform meform hak getire, bizim buralarda. Değişelim... değişelim... diye yırtınsak da, pek öyle kolayından gerçekleşemiyor, “ekşimiş uyku kokan çömlek gibi” bu yurdun kara yazgısı.
2005 öncesinde işlenmiş suçlarda, “Sanıkların lehine olarak eski TCK’nın hükümleri uygulanır” kuralı ile; Anayasa’da yer alan “AB hukuk mevzuatının iç hukukumuzun üzerinde sayılacağı” ilkesi, bu kararları veren mahkemelerce yan yana getirilip irdelenmiş midir acaba?
Hiç sanmıyorum.
Zaten bizim bürokraside, bir kere doğru dürüst dil bilen dahi yoktur. Robert Kolej’de ve ardından da Amerika’da üniversite okuyan ve pıtır pıtır konuşmasını ağzım açık dinleyebilmeye her seferinde bir bahane uydurduğum kızıma, İngilizce bir şeyler anlatan tv’deki Türk diplomatını gösterip, neler anlattığını sormuştum da; “Üf baba! sınamaktan bıkmadın beni” dedikten sonra, “sadece şunu söyleyebilirim ki, bizimkilerin İngilizceleri genel olarak çok kötü” demişti, bir defasında. Yabancı dilin, dış ilişkilerimizdeki boyutu böyle ise, içerideki durumu ne düzeylerde olacak ki?
Ayrıca, benim hep dile getirdiğim bir şeydir: İstanbul Hukuk’un, okulu bitirememiş eski bir öğrencisiyim. Niyetine girip, şimdi yeniden kayıt tazeledim ve her biri tuğla büyüklüğündeki kitaplardan çalışma enayiliğine bu sefer ben de düşmeden, üniversite çevresindeki fotokopicilerde çoğaltılan 40-50 sayfalık pratik çalışma notları edinerek; Bir: suçları sayınız. A’dan B’ye müessir fiil. C’den K’ya ırza tasaddi. M’den Y’ye gasp. İki: suça tesir eden halleri sıralayınız. Üç: iştirak var mı, varsa belirtiniz. Dört: suçların içtimaını yapınız, vb. gibi yalapşap bilgilerle yetineceğim.
İşte bu denli mihaniki sığlıklarla hukukçu olunuyor bu ülkede ve yargıçtı, savcıydı, avukattı diye ayrışılıyor. İçin için tütsülenerek fümelenir gibi, hukuk nosyonunu âdetâ ruha sinen bir rayihayla edinmek üzere, ne araştırma ne geliştirme, hak getire... Her şey yargı yerlerinde edinilmiş geleneksel teamüller üzerinden yürüyor ve köhnelikler, hiçbir şekilde yerlerinden oynatılamıyor. Zaten buna cürete yeltenecek bir Allah kulunun dahi çıkamayacağı bu düzenek, kalkışanın da façasını bozan yahut yutan, paslı ve yer yer bozuk bir makineyi andırıyor. Adalet... adalet... diye yırtınılan sistem, özetle budur işte.
Meselâ, hak ve hakkaniyetin geniş halk kitlelerinin semtine bile uğramadığı; insandan bile sayılmadıkları için, böylelerinin mahkemelerde başlarına nelerin gelmiş olabildiği, hiç mesele yapılmış mıdır, şimdiye dek?
Hayır, yapılmamıştır.
Ne zaman ki, generaller, profesörler, ünlü gazeteciler, yüksek yargıç ya da savcılar vb. gibi kremalı tabakanın özellikle resmî ideolojiyi kuran ve yürütenleri, bu uygulamalardan olumsuz doğrultuda etkilenme noktasına geldiler; işte o zamandan itibaren sorunlar da dile getirilmeye başlanıverdi.
Seçkinlerin tutuklanarak yargılanmaları, insana yaraşır bir özenin yokluğuna dair belirgin bir işarete dönüşmüştü. Ama aynı uygulama, karakalabalıklar için yıllardır keyfe keder işlerdendi. Bunun bir musibet olarak görülmesi, ancak ayrıcalıklıların çilesiyle mümkün olabilmiştir. Zira, yığınlara müstahak sayılan davranışların, onlara reva görülen muamelelerin, insana yakışmadıkları, işte bu bir avuç seçkine gelinince kavranabilmiştir.
Çünkü, bütün zecri hukuk kuralları, ayrıcalıklılara nasıl olsa dokunulamayacağı esasından gidilerek, kitlelerin tedip ve terbiyesi için yapılmışlardı. Adaletin ancak öldükten sonra Tanrı katında tecelli edeceğine dair kanaatin daha egemen olduğu kesimlerde ise, bu hâl tevekkülle karşılanmış ve genel olarak da rıza gösterilmiştir.
Ne ki, dünya giderek değişiyor ve onların temsilcileri iktidardalar şimdi. Kavganın asıl nedeni ve meselenin, gerçek sekülerleşmeye giden yol da dâhil bütün özü, budur işte!
Yorum Yap