Yeniden alfabeye dönmek

  • 4.02.2016 00:00

 “Halk egemenliği”, siyaset sınıfının politika yapma meşruluğuna can veren bir kavramdır.

Ama bir şartla!

Bunu kendi adlarına değil, temsil yetkisi aldıkları halk adına yaparlarsa!

Aksi hâlde hükümdardan farkları kalmaz.

Çünkü hükümdar, canı ne çekiyorsa onu yapar.

Ne düşünüyorsa kanun odur.

Ama temsil yetkisi almış biri, bir hükümdar gibi hareket edemez. O ancak bu yetkiyi, halkın kendisini temsilci seçmesi için vaat ve taahhütte bulunduğu parti programı, yasalar, demokrasinin evrensel kuralları ve denetim araçları gibi veriler çerçevesinde kullanabilir.

Bunlar iş yapmama ayak bağı oluyor” diye yakınmak, “demokrasiyi bırakalım, yeniden sultanlığa dönelim” demekle aynı şeydir.

Kayıtsız, şartsız egemenliği olan halktır; politikacılar değil.

O yüzdendir ki, bu egemenlik için, “ancak anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılabilir” denmiştir.

Peki, siyasetçilerin hiç mi inisiyatifleri yoktur?

Yani bir memur gibi midirler?

Hem evet, hem hayır!

Evet, çünkü sonuçta, bir bakıma halk tarafından o görevlere atanmış gibidirler.

Her dilediklerini yapamazlar.

Aslında her dilediğini hiç kimse yapamaz.

Doktorlar akıllarından her geçeni yapabilirler mi?

Tıp bilimi, tıp ahlâkı ve yasalarla sınırlı değil midirler?

Aynı şey öğretmenler, subaylar, yargıçlar, serbest iş yapanlar, yani toplumdaki hemen herkes için de geçerli değil midir?

Kaldı ki, politikacının taahhütte bulunduğu parti programı, zaten çok geniş bir tasarrufu haizdir.

Kendisine güvenip yetki verilmiş olması, kafasına her eseni yapmasına cevaz vermez.

Eğer düşünceleri değişmişse, kamuoyu algısını baskılayamayacağı koşullarda, yeniden yetki alma arenasına çıkmak zorundadır.

Buradaki püf noktası, politik temsil yetkisinin, hiçbir surette halkın egemenlik tekelinin düzeyine gelemeyeceği, o ölçüde bir tasarrufa mezun olamayacağıdır.

Ne derse olacak olan yegâne merci, ancak ve sadece halktır.

Ama hiçbir şey sonsuz ölçütte mutlak da değildir.

Halkın bile, sırası geldi mi, yasalarla, evrensel kaidelerle, kültür ve ahlâkla çizilmiş sınırları vardır.

Öyleyse, halkın iradesi “temsil”e kaldı mı, muhakkak ki kendisininki kadar güç içermeyecek bir şekilde erozyona uğrayacak, eksik tecelli edecektir.

Gerçek demokrasiler, temsil yetkisi yolu ile yeniden bir “hükümdar yaratabilecekleri” endişesiyle, yüzlerce yıllık mücadeleler neticesinde elde edilmiş bu egemenlik haklarını gözü gibi sakınarak emanet etmeye, çok ama çok özen gösterirler.

O eksikliği de, zaman zaman bizzat devreye girerek, referandum gibi doğrudan yollarla kendileri telâfi ederler.

Ama asla birilerine sınırsız yetki vermezler.

Demokrasi demek, yetkileri sınırlanan ve denetlenen siyasal yöneticilerin işbaşında olması demektir.

Egemenliğin kullanılması, “hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Zaten toplumsal hayat, halkın da kararlar almaya yoğun olarak katılabilecek tarzda düzenlenmiş olmasını icap ettirir.

Eğer böyle değilse, çeperden merkeze kadar her safhada katılımcılık yok ve kontrolü sınırsız tasarruf gücü edinmiş belirli politikacılar ele geçirmişse, orada demokrasinin varlığından söz edilemez.

Esasen, politikacılar halkı da yönetmezler.

Bu bizim dilimize yapışmış, eski çağlardan kalma bir değer yargısıdır.

Politikacıların yönettikleri, aslında devlet organlarıdır.

Halk yönetilmez.

O, tamamıyla özgürdür.

Egemenliğin birbiriyle yarışan üç atlısından “yasama”, tüm sistemin hukuksal davranış kalıplarını belirlemekle; “yargı” da, o kalıpların dışına çıkanlar olursa müeyyide uygulamakla görevlidirler.

Doğrudan doğruya icracı olan “yürütme” ise, halkın sütten ağzı yanan mazisi yüzünden, bu ölçülerde bir tasarrufa dahi müstahak görülmemiştir.

Nasıl ki, müşteri olarak gittiğimiz herhangi bir lokanta yönetimi bakımından işin mahiyeti, bizi değil de, bize kaliteli hizmet üretmek ve sunmak durumundaki kendi personelini yönetmekten ibaretse; işteyürütme de kendisini halka beğendirmekle yerini koruyabilen bir “devlet organlarının yönetim hizmetlisi”nden başkası değildir.

Bu konuda, cumhurbaşkanından müstahdemine kadar, hiçbirinde ayrıcalık ve farklılık yoktur.

Kamudaki herkes hizmetli kapsamındadır.

Makam ve rütbeler yükseldikçe, eskinin hükümranlık hastalıkları depreşmekte, halkın da “efendi-köle” dönemlerinden kalma eziklikleri yeniden baş göstermekte ise, demokrasinin alarm zilleri çalıyor demektir.

Öten o ziller, aynı zamanda siyasilerin meşruiyet sınırlarının da “sensor”larıdır.

Bu basit bilgileri anımsatıyor olmam, kimilerince yadırganabilir.

Gene de, çoğu kimsenin bunlardan bihaber gibi davranmasına katlanmaktan iyidir.

cinarnamik@hotmail.com

twitter@cinarnamik

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums