- 6.02.2016 00:00
Köroğlu’nun yanında olduğumu göstermek için, Bolu Beyi’ne bir de Bolu dağlarından seslenerek karşı durmak, ne hoştu bilemezsiniz, geçen hafta.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği “Abant Platformu”na katılımcı olmam inceliğini gösteren Genel Sekreter İbrahim Anlı’ya, bu yüzden teşekkür ederim.
Hepsini bildiğim ama kimileriyle ancak bu vesileyle tanışma olanağı bulduğum tüm o değerli şahsiyetlerle yan yana olmak, onur vericiydi.
Elbet de her konuda aynı şekilde düşünmüyorduk.
Zaten buna gerek de yoktu.
Hiçbirimiz, birörnek ve tekdüze bir toplumsal hayatı düşleyen kimseler değildik.
Hepimizin ortak paydası, sadece “en önce demokrasi” idi.
Mehmet Altan kadim bir dostumdu.
Eser Karakaş, Şahin Alpay, Cengiz Aktar, Pelin Cengiz, eskiden beri selâmlaştığım kimselerdi.
Ahmet Turan da öyle.
Murat Belge de öyle.
Tarık Toros ve Mümtaz’er Türköne de öyle.
Ama Nazlı Ilıcak’ı, Ömer Laçiner’i, Perihan Mağden’i, Şanar Yurdatapan’ı, Said Safa’yı, Ufuk Uras ve o zarif Zeynep Tanbay hanımefendiyi ilk kez orada tanıdım.
Binnaz Toprak’ı da, Baskın Oran’ı da, Lale Kemal’i de.
Yüz kırk yıllık anayasacılık tarihimiz bakımından, şimdiye kadarkilerin en mükemmelini hazırlamış efsanevi bir ekibin üyeleri olan Ergun Özbudun ve Serap Yazıcı’yla tanış olmak ve hasbıhâl etmek ise, hatıra dağarcığımı zenginleştiren unutulmaz anlarımdandı.
“Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”nin yazarı Sevgi Soysal’ın, Sezin Öney’in teyzesi olduğunu öğrenmek de, bir hayli ilginç geldi.
Turizm ve Kültür eski Bakanı Ertuğrul Günay’ı önceden de tanıyordum ama bu konferans sayesinde ve sanırım düşüncelerimizin de örtüşmesiyle daha bir samimiyet tesis etme fırsatı bulmuştum.
Her biri çok değerli olan tüm katılımcıları, burada tek tek sıralamam mümkün değil, takdir edersiniz!
Ama adlarını saydığım ve sayamadığım bütün bu cesur insanlar, bir aydın duyarlığıyla ve özgürce tartışarak, ülkeyi demokrasinin önünde bir tıkaç hâline getiren mevcut despotik iktidara karşı korkusuzca durabileceklerini, kamuoyuna bir kez daha ilân etmekten çekinmediler.
Benimse, savuşturmaktan bıkıp usandığım bir yargı süreci adına hâlâ jandarma tarafından aranıyor olmak, burada da başıma geldi.
Daha ilk sabah, bana herkesten önce “günaydın” diyen Bolu jandarması olmuştu.
Otelin resepsiyonundan telefonla arayarak uyandırdılar ve beni aşağıda beklediklerini söylediler.
Altı sene önce yazdığım bir yazıdan dolayı açılan ve hâlen süren bir dava nedeniyle hakkımda çıkarılmış “yakalama kararı”, daha üç-beş ay önce görülen ilk duruşmada kaldırıldığı hâlde, geçenlerde Kıbrıs’a uçarken havaalanı polisine, şimdi de burada Bolu jandarmasına takılıyor, devletin tacizinden bir türlü kurtulamıyordum.
Kelle kesen haydutların, mafya bozuntusu azılı suç şebekelerinin ellerini kollarını sallayarak dolaştığı ülkemde, güvenlik teşkilâtlarının, benim gibi elinde kalem olan insanlarla uğraşmaları, yurdumun nasıl iğrenç bir siyasal yönetimle karşı karşıya olduğunun utanılası kanıtıydı.
Avukatımın iki kez dilekçe vermesine rağmen bu durumun sürüyor olması, buranın ne denli hukuksuz bir yer hâline geldiğini göstermiyor mu?
Mahsus yapıyorlar.
Çünkü korkutmak, sürekli tedirgin etmek istiyorlar.
Ama meseleye, Hoca Dehhânî’nin:
“Od ile korkutma va’iz bizi kim lâ’l-i nigâr
Cânımız bizûm oda yanmaya mu’tâd eyledi”
dediği gibi bakacağımızı anlayamıyorlar.
Olsun!
Dayanacağız!
Direneceğiz!
Ve buranın iki asırlık çağdaşlaşma serüveninin özünü oluşturan “hukukun üstünlüğü” öyküsünü işlemeyi ve istemeyi inatla sürdüreceğiz!
Konferansta ele aldığımız konuların hiç değilse bazılarını, bir sonraki yazıma, 8 Şubat Pazartesi’ye bırakıyorum.
Ama size, tartışılan, değerlendirilen konuların 11 maddede toplanan çok kısa özetini internetten indirerek, muhakkak okumanızı öneriyorum.
Ki, bütün bunlar işe yarasın!
twitter@cinarnamik
Yorum Yap