- 5.02.2015 00:00
Sıra sizde, ey AKP’liler!
Bir siz kaldınız ayılmayan,
uyanmayan,
gerçeği halâ göremeyen.
Bırakın küçük hesapları bir yana.
İnançlarınızın okşandığını zannettiğiniz bir düşten silkinip doğrulmanız için,
daha nasıl bir çimdik gerekiyor size?
Robin Hood değil,
bildiğiniz harami bunlar;
bildiğiniz din simsarları.
Hem sizi sömürüyorlar her konuda,
hem sizin sırtınızdan herkesi.
On üç sene önce, böyle değildi elbet yola çıkarlarken.
Toplumsal erdem ve ortak akıl egemendi, o sıralar partinize.
Tarihin o konjonktüründe,
Türkiye’nin sosyopolitik labirentinin tek çıkış kapısıydı,
önünde durdukları yer.
Ne Kemalist militaristlerin,
ne solcusuyla sağcısıyla diğer toplumsal kesimlerin
bilincinde oldukları küresel bir süreçten geçiliyordu ki,
tek şansıydılar ülkenin.
Atlantik Denizi’nden esen “Batı” rüzgârlarının iyot kokusu sinmişti,
değişim özlemlerinin,
reform isteklerinin ruhuna.
Ama ne çare ki,
yürümediler o yolu.
Çıkarlar,
Çalıp çırpma hastalıkları
ve gelenekçi Doğu’nun miskin kültürü,
daha baskın geldi sonunda.
Buram buram
çoğulcu,
katılımcı,
özgürlükçü
bir iklimden,
giderek “tek başına hükmetme” şizofrenisinin tutsağı olacakları
oksijensiz bir atmosfere sürüklendiler.
Böylece AKP,
çağdaş metotlarla oynanan takım oyunu yerine,
arsız bir çocuk gibi topu inhisarına alarak
kalecisi de,
stoperi de,
forveti de,
antrenörü de,
hakemi de,
kuralcısı da,
hep kendisi olan;
etrafına topladığı bir avuç şarlatanın amigoluğu eşliğinde tek başına maç yapabileceğini sanan
bir akıl dışılığın içine düştü.
Eğer engellenmezse,
şimdi artık bir ayak bağı,
bir belâ,
bir yok etme aparatı da oldu.
Sadece ekmek kadar, su kadar elzem reformların köküne kibrit suyu dökmekle kalmadı;
seksen yıllık “ancien regime”in pörsüyen değerlerini sulayarak,
kılcallarına özsuyu yürümesini de sağladı.
Yeniden palazlanmaları,
meşrulaşmaları için
onları emzirdi de.
Öyle ki;
halkın 2002’lerden itibaren yeşermeye başlayan “yeni gidişat” dinamiklerinden yana olan benim gibi kimselere,
şimdi o kesimler
tüm azgınlıklarıyla tekrar sövmeye başladılar.
Bunu,
“değişim ivmesi”nin değil de,
bizatihi bir despotun desteklenmesiymiş gibi göstermeye çalıştılar.
Ben, ideolojisiyle yetiştirildiğim Kemalizm’in bile adamı olmadım da,
şeriatçı müsveddelerinin mi olacağım?
Yaşamın şaşılası sıkıntılarını çekerken, nice fırsatlar doğduğu hâlde, kim istemez kalemini satmadığının görülmesini?
Yedi göbek soyuyla devletten geçinirken,
ömrü hayatında bir kez olsun üretkenlik sınavı vermemiş
ve iskambil kulesi gibi ezberlerden müteşekkil sığ dünyasıyla,
aslında küçümseyegeldiği kara kalabalıklardan pek farkı olmayan bu konformistlere kulak asacak da değilim elbet!
Lâkin böylelerin dil uzatması,
koyuyor gene de!
Sonra… havsalanın alamayacağı kadar da merkezileşti
ve ülkeyi de merkezileştirdi, AKP.
Oysa çağımızın aktığı yer,
yekpare blok hâldeki toplumsal yapılardan,
kırılmak yerine daha çok esneyen
ve daha “yerindenlikçi”,
daha “yönetişimci”,
“kaşı gözü görülür hâle gelmiş birey” ölçeğinin esas alındığı
daha “somut mekânlar”dır artık.
Biz AB’ye bile,
henüz “ulus-devlet” alışkanlığını sürdürdüğümüz için,
28 ülkeden oluşan bir sistemmiş gibi bakarız.
Oysa AB’yi,
insanı birörneklikten kurtarıp özgürleştiren,
kültürlere, kimliklere, haklara saygılı,
bölgesel bazda birbirleriyle her türlü ilişkiye açık,
ve yerinde durmayan, hâlâ ilmik ilmik dokunarak gelişen
270’ten fazla “bölge yönetimi” olarak görmek de mümkün.
Öyleyse…
başka türlü dünyalar kurulurken,
sizi şarkın maceralarına sürükleyenleri o tahtlarından def etmeyecek misiniz?
Tom Miks’ten mi yanasınız, Binbir Surat’tan mı?
Zorro’dan mı, mütegallibeden mi?
Spartaküs’ten mi, Roma’dan mı?
İnce Memed’den mi, Abdi Ağa’dan mı?
Köroğlu’ndan mı, Bolu Beyi’nden mi?
Yarın bunu o sandıkta
göstermeyecek misiniz?
twitter@cinarnamik
Yorum Yap