- 16.03.2015 00:00
Mümkün değil anlamam, bu saçmalıkları!
Yalayıp yutmam, sindirmem.
Ama, lâkin, fakat gibi kıvırtmalara aldırmadan, mümkün değil her şey yolundaymış gibi davranmam!
Nasıl saygı duyarım, zıvanadan çıkmış bir dikta heveslisinin etrafında toplaşarak ruhlarını ona satan budalalar sürüsüne?
Kara kalabalıkların ihtiyaçlarına göre dikilen çamurdan bir büstün, sağlam tutsun diye içine karılan samanı olmayı seçenlere nasıl katlanırım, nasıl?
Hem meselenin özünün, 16. yüzyıldan beridir süregelen “Modern Dünya Sistemi”ne ayak uyduramamak sorunu olduğunu bileceksiniz;
hem Osmanlı’nın haraca dayalı üretim biçimini aşamayıp egemenliği altındaki halklara çektire çektire yıkılmasını gözardı ederek hâlâ ardından güzellemeler düzeceksiniz;
hem yerkürenin “Kapitalist Dünya Ekonomisi”ne göre üretkenlikler üzerinden “merkez, çevre ve yarı çevre” rolleriyle yeniden şekillendiği sırada, İslâm toplumlarının “talan”a müstahak olarak “dış alan”da kaldıklarının, bugünkü yıkımlarına bakarak dahi sürdüğüne şahit olacaksınız;
hem de sonra kalkıp, ısrarla o dünyadan olmaya çalışan bir siyasal figürün peşine takılarak, şu mazlum toplumun cehenneme sürüklenmesine alkış tutacaksınız.
Üstelik bütün bunları, o iğrenç nefislerinizi doyuracağınız paragöz ruhlarınız için “onca rezillik arasında benimki nasıl olsa kaynar gider” bolluğuna güvenip de yapacaksınız.
Sizi gidi hokkabazlar sizi!
Sizi gidi madrabazlar sizi!
Her yapılanın yanına kâr kaldığı bir çarşıda dükkân açtığınız nasıl da belli.
Gerçekten de, bu Şark’ı “ırka, dine, mezhebe” dayalı hamasetlerle sömürmenin hiçbir devirde müeyyidesi olmazmış.
Eninde sonunda böyleleri kazanırmış.
Onlar haklı çıkar, onlar omuzlara alınırlarmış.
Faturayı ödeyenler, doğrucu kesilenler olurmuş hep.
Her seferinde dönüp dolaşıp gene onların sırtına binilirmiş.
Gene onlar dışlanırmış.
Gerçeklerin söylenmesinden hiç kimse hoşlanmazmış.
İyi kötü, herkesin bir düzeni varmış çünkü.
Hiç kimse bozulmasını istemezmiş.
Kaldı ki, zaten böyle bir bilinç de yokmuş.
Eleştiriler bile, soyutta tutulduğu sürece hoş görülür; demokrasinin ancak o kadarına gelinebilmişmiş.
Meselâ, darbelerle ilgili olarak mı atıp tutacaksınız, isim vermeden somuta indirgemeden havaya söyler, suya yazabilirmişsiniz.
Ama kalkıp şunlar bunu yaptı, şunlar şunu etti dediniz mi, ensenize o saat yapışırlarmış.
Memleketi soyuyorlar da diyebilirmişsiniz; fakat isim vermeden.
Kötü yönetildiğimizi de söyleyebilirmişsiniz; lâkin mümkün olduğu kadar bugünü kastetmezseniz sizin için iyi olurmuş.
Bunu keşfedenler hem rahat ederler, hem de risk almadan “aydın” geçinmeyi sürdürürlermiş.
Ne yapalım?
Biz de mi öyle duralım?
Utanmadan arlanmadan, çıkıp yalan mı söyleyelim?
Çocukluğumun Tekirdağ’ında “merdivenler”in başında çuval parçası paçavralarla sıkıştırılıp atılan Ramazan topu kadar boş bir iktidarın namlusunda biriken yanık barut çapağına onlar gibi temizleme tomarı mı olalım?
Haziran seçimi, üstüne basıp düşeceğimiz bir muz kabuğu gibi önümüzde dururken; CHP ve MHP’nin vurdumduymazlıklarına mı susalım?
Mezopotamya dağlarının çiçeği burnunda bir Kürt devletine doğru evrilen dinamizmin temsilcisi saydığımHDP’ye Türkiye’de iktidarı devirecek yegâne güç diye umut beslemek bu konjonktürün tek yükselen değeri ise, “yazıklar olsun yüzyıllık sözde Cumhuriyet’in Batı değerleri dururken feodal ilişkilere kalmış birikimine” demeyecek miyim?
Bir Öcalan’la fotoğraf verip, bir proleter, bir milliyetçi kesilen, bildim bileli çözemediğim nadir adamlardan olan Perinçek’in arkasına dizilerek siyasete kalkışan, demokratik ittifakların düşmanı Avrasyacı generalleri sorgulamayacak mıyım?
Siz bizi ot mu sandınız, kendiniz gibi?
twitter@cinarnamik
Yorum Yap