- 19.05.2014 00:00
Asli görevlerini yapmayan, yanlış yoldaki hükümete karşı, başımıza gelecek felâketlerin uyarısı mahiyetindeki bu katliam dahi işe yaramıyor, yandaşların kayıtsızlık ve aymazlıkları gene de sürüyorsa; biz artık bunu akılla, izanla, vicdanla açıklayamayız.
Başka bir sebebi olmalı!
Sahabeler, ölen Hz. Muhammed’in yerine onu Halife seçince, Hz. Ebubekir’in ilk işi kendisine “biat” edilmesini şart koşmak olmuştu.
Biat, her ne olursa olsun, isterse dünya yıkılsın, ölmek var dönmek yok şiarıyla, lidere kayıtsız şartsız bağlanmak, sonsuz teslim olmaktır.
Nihai hedef olan “İslâmî düzen”i kuracağına inanılmışsa, önderin tasarrufları sorgulanmaz.
Neyi nasıl yapacağına yalnızca kendisi karar verir.
Örneğin hırsızlığa, yolsuzluğa tevessül etmez.
Bir şeyi öyle veya böyle yapmışsa, demek bir bildiği vardır ki öyle yapmıştır.
Bütün eylemleri, sadece o ideale ulaşmak içindir.
Onun bu yöndeki faziletine inanılmışsa, icraatlarına cânı gönülden katlanılacak; dünyevî, özellikle de Batı’nın akılcı ve aydınlanmacı değerleriyle ölçülmeye çalışılmayacaktır.
Biat, hedefe varmada bir istikrar unsurudur.
Bu yüzden, sağdan soldan gelen kafa karıştırıcı eleştirilere kapılıp da fikir üretilmeye kalkılmayacak, sabitlenmiş kanaatler değiştirilmeyecektir.
Böylece, Allah yolunda Allah için tasarrufta bulunan bir “seçilmiş”e artık kimse karışmayacak, sadece itaat edecektir.
Zira İslâmi yönetim hiyerarşisi bir kişiyle başlar ve onunla biter.
Dinsel esas budur.
Nitekim, toplumun hukuk kaynağı da zaten sadece Allah’tır ve uygulayıcısı da yetkili kıldığı peygamberdir.
Bugünkü dünya düzeninin nasıl olacağını tahayyül edersek;
İslâmiyet’in daha ilk dönemlerinde belirlenmiş...
Kuran hükümleri, Peygamber sünneti ve ilâve olarak da sahabeler ile mezhep imamlarının bunlardan kıyas yoluyla ürettikleri içtihatlarla inşa edilmiş...
Fakat yasama faaliyet kapısı daha 11.yy’dan itibaren tamamen kapandığı için de...
ancak taklit ederek uygulanabilecek bin yıllık donuk bir mevzuatla...
yani ölü ve ilkel bir hukuk modeliyle yaşamaya hazır olmakla yüz yüzeyiz demektir.
İslâm toplumlarının, yeryüzünün skolastik düşüncelerle iç içe yaşayan en bağnaz ve en geri kalmış ülkeler olması boşuna değildir.
Kaldı ki İslâm Hukuku, çağdaş hukukun temel prensiplerinden olan “kanunîlik ilkesi”yle bile henüz tanışmamıştır.
Hâlbuki hukuk toplumu olmanın birinci şartı “hukuk güvenliği”dir.
Kıyasyoluyla suç ve ceza üretmiş şer’i hukuk düzenini özlemek, “maymunlar cehennemi”nde yaşamayı arzulamaya benzer.
Şer’i Hukuk’ta “suçun ve cezanın şahsiliği” hiçbir zaman hâlledilmemiş; soyut ve genel hükümlerle değil de, her olay kendi içinde ele alınarak kazuistik metotla çözülmeye çalışılmış, ortalık her kafadan çıkan farklı kararlarla mezheplerin içtihat mezarlığına dönmüştür.
İşte bu keyfiliğe, ancak demokratik bir ortamda yeşerebildiği takdirde, insan aklının ve iradesinin galebe çalması demek olan gerçek “laiklik” son verecektir.
Ne ki, sadece diğer otoriterizmler değil, siyasal dincilik de demokrasiden haz etmemektedir.
Çünkü demokrasi “insan icadı”dır.
Oysa siyasal din, insanın ve toplumun nasıl yaşayacağını önceden saptayarak, o defteri sonsuza kadar kapatmıştır.
Artık tek ihtiyaç, belirlenenleri kararlılıkla uygulayacak eli sopalı birinin varlığıdır.
İşte biatçıların hiçbir şeye kulak asmamaları, hatta o kükredikçe daha da coşmaları, tam adamına rastladıklarına inanarak, sonuna kadar desteklemeleri yüzündendir.
İnsanlığın onurlu birikimleri dururken, on dört asır öncesinin uhrevi norm ve umdelerinden umur beklemenin gaflet ve dalalet olduğunu kısa sürede anlayacakları da pek mümkünmüş gibi gözükmemektedir.
twitter@cinarnamik
Yorum Yap