- 26.08.2013 00:00
Bizler Kemalist ideolojinin “dinin devlet kontrolünde tutulduğu” problemli süreçlerinden geldiğimiz için, demokratikleşmeden anladığımız da hâliyle “din ve vicdan özgürlüğü” kadarla sınırlı kalıyor.
Nasıl bir din olacağına devletin karar verdiği bir inanç modelinden kurtulup hakikisine rücû etmek için, yaramız neyse merhemi de ona göre hazırlıyoruz.
Bu yüzden konuya ilişkin anayasal hükümler, toplumun dinsel inançlarının önündeki engelleri kaldırmaya yatkın oldukça bir anlam kazanıyor.
Din ve vicdan özgürlüğü denince, sadece dinin önünün açılmasını anlıyoruz biz.
Ne ki, özgürlüklerin, demokrasinin ve bunların mütemmim cüzü sayılan laikliğin mucidi olan Batı bakımından, meselenin ortaya çıkış tarzı bir hayli farklı.
Tartışmasız, dinsel özgürlükleri de içeriyor tabii, ama öne çıkan vurgu bizdeki gibi değil.
Zira demokrasi, her şeyden önce “despot”tan ve “Tanrı”dan kurtulmanın sosyo-politik tarihidir, onların hayatında.
O yüzden, ilişkileri iç içe geçmiş “iktidar” ile “din”e yönelik toplumsal mücadeleler birlikte ele alınmadan, demokrasinin ne olduğu anlaşılamaz.
İslâm demokrasiyle bağdaşır mı sorusu yeniden gündemde, biliyorsunuz.
Buna yanıt aramadan önce, ilkin şu soruyu sormak gerekiyor, sanırım:
Müslümanların, bu doğrultuda bir dertleri, problemleri ve o nedenle de bunu gidermek hususunda bir teşebbüsleri mi var da, Hıristiyanlarınki gibi bir demokrasiye ihtiyaçları olsun?
Çünkü Hıristiyanlar, dinleri öngörmediği hâlde, başlarındaki monarkın meşruiyeti de dahil, “Kilise”nin ürettiği dinsel bir hukukun mengenesi altında yüzlerce yıl inim inim inlediler.
Ama sonra nice mücadelenin ardından demokrasi ve laikliği icat ve ilân ederek, o dinsel hukuktan da, onun meşru kıldığı despottan da kurtulmayı başardılar.
Peki ama, şimdiye kadar hangi Müslüman toplumun böyle bir isteği oldu ki?
Tam tersine, dinsel özgürlükleri yeterince yaşayamadıklarını ileri sürerek tepki gösterdiler, mücadele etmediler mi?
Üstelik demokrasi denen şeye en yakın duran tek İslâm ülkesi de biz olmuştuk.
Ama hepimiz çok iyi biliyoruz ki, o da ancak bu düzeni ironik bir şekilde zorla dayatan Kemalizm sayesindeydi.
Yani, özgürlükler kısıtlanarak özgürlük getirileceğine inanılan bir komedi oynanmıştı.
Batı’ya benzemek, ancak zor araçlarını devreye sokmakla mümkündü.
İslâm ülkelerindeki darbe süreçleri ve BAAS’çı siyasal ordular, hep bu çıkmazın alın yazılarıdır.
Batı toplumlarının tarihsel yönelişi dinin kontrolünden kurtulmak üzerine iken, Doğu toplumlarında bu doğrultuda bir eğilim yoktur.
Sorun dindarlık meselesi de değildir.
Çünkü muhafazakârlar Batı’da da vardır.
Sorun, dinlerin toplumsal ve siyasal olarak dünyevi hayata bakışlarındaki farklılıktadır.
İslâmiyet, diğerlerinden ayrılarak, maddi yaşamı da belirleyen ve biçimleyen bir dindir.
Bunu gözardı ederek Müslüman olunamaz.
Olunur; Ramazanlarda oruç tutup, sair zamanlarda rakı içen Kemalistlerin uydurduğu tarzda olunur.
İşin esasını bilen ve toplumu yeniden inşaya adananlar, güçlendikçe buna izin vermeyeceklerdir.
Demokrasinin sadece “sandık” kısmına önem vermeleri de, menzil i maksudun bu safhasında, içinden kolayca çıkma faydacılığındandır.
Allah’ın seçimi esas, kulunki araçsaldır.
Demokrat olabilmeleri, belki Luther gibi, dinden ödün koparmalarına bağlıdır. Bu da olacak şey değildir.
En fazla, “Medine Sözleşmesi”ni göstererek, başkalarına nasıl iyi davranacaklarını anlatırlar.
Ne yani, şimdi sen çözüm yok mu diyorsun?
Var mı peki?
cinarnamik@hotmail.com
twitter@cinarnamik
Yorum Yap