- 8.04.2013 00:00
Bence öyle dil sürçmesiydi falan diyerek geçiştirilecek gibi gözükmüyor, Başbakan’ın sözleri.
Tam tersine, ipuçlarını alıştıra alıştıra vermek isteyeceği nihai projesinin, şimdilik bu kadarla yetindiği baklalarıdır, ağzından o dökülenler.
Türkiye’deki yedi coğrafi bölgenin, yedi siyasi bölge olarak da tanımlanabileceğini bilinçle sarf ediyor; hattâ bir taraftan yavaş yavaş hazmedilmeye başlanması için de, bütün kontrolü elinde tutarak oluşturduğu şu ünlü Âkil İnsanlar Heyeti’ni bile, gene o yedi siyasi bölge bazlı anlayışla tertipleyerek görevlendiriyor.
Erdoğan, doksan yıllık I. Cumhuriyet’in katı lâikçi Kemalist işlevini tamamlamış olduğuna kanaat getirmekle beraber, devamında çağa yaraşır bir Demokratik Cumhuriyet safhasına geçmek yerine, belli ki Osmanlı’yla bağın koptuğu yerden başlanacak şekilde, temel belirleyenin yeniden İslâmiyetolacağı, mazideki o bildik düzeni özlüyor ve tasarlıyor.
Bu düzenin eskisi gibi sürmeyeceğinden hiç kuşku yok. Hattâ coğrafi bölgelerin yeni birerademimerkeziyet alanları olarak ele alınmalarında da beis yok.
Ne ki Erdoğan meselelere bu gözlüklerle bakmıyor. O, otoriter ve çok merkeziyetçi bir kişiliğe sahip, her şeyden önce.
Kaldı ki, eyaletlerden dem vurmasının pek öyle kıymeti harbiyesi de yok zaten.
Osmanlı’da idari yapı Eyalet Sistemi olmakla birlikte, siyasal yönetimin belirleyeni gene demerkeziyetçilik idi.
Osmanlı’da hiçbir vakit ademimerkeziyet ilkesi egemen olmamıştır.
Ademimerkeziyetçilik demek, yerel siyasal güçlerin, merkezî siyasetin tekelini kırarak, siyasal karar alma süreçlerine onunla eşit olacak şekilde katılmaları demektir.
Bu hâl, ne Osmanlı’da sözkonusuydu; ne de Erdoğan’ın Gelecek Plânlarında mevcuttur.
Tabii Erdoğan, bir ara heveslenerek içine girmek için bir hayli güç sarfettiği, ancak sonraları içine düştüğü konjonktürel krizleri nedeniyle artık ondan pratik yararlar ummanın yersiz olacağı gerekçesiyle vazgeçip soğuduğu AB projesinden de hırs ve ilham kapıyor.
Hiç kuşku yok ki, aldığı İslamî eğitim ve terbiye onun hayat felsefesinin temelini oluşturduğundan ve politikayı dahi Allah rızası için yaptığından hareketle; insan topluluklarını en iyi derleyip toparlayan faktörün din mefkûresi olduğu, işte bu nedenle İslâm âlemini aynı şemsiye altında yeniden biraraya getirmenin Allah’a kulluk etmede son nokta sayılacağı, denebilir ki onun yaşamsal şiarıdır.
Lâkin gözleri bağlı olduğu için, İslâm ülkelerinin dinden uzaklaştıkları için değil, tersine, bin üç yüz senedir içinde yüzdükleri din ve mezhep ölçekli yapılanmalar yüzünden paramparça olduklarını ve o nedenle çağın dışında kaldıklarını görememektedir.
Göremediği diğer bir şey de, doksan yıllık I. Cumhuriyet’in onca sorunlu, parçalayıcı, ayrıştırıcı ve katı laikçi yapısına rağmen, siyasal hayat tarzının ve demokrasi çıtasının diğer İslâm ülkelerine nazaran bir miktar daha yukarıda seyretmesi, toplumsal ikliminin dinden neşet etmeyen oksijeni sayesindedir.
Demokratik ülkeler nasıl evrildi
AB uygarlığının temel belirleyeni ise, altyapısal bir saik olarak açık pazar ekonomisi ile, onun türevi olan burjuva demokrasisinin kural ve kurumlarıdır. Hattâ, İkinci Harp’te elli milyon insanını kaybetmenin derin şokuyla, bu değerleri bile aşarak kutsadıkları ve amaç hâline getirdikleri insan odaklı o muazzam felsefeleridir.
Tarihsel olarak o birliktelikleri, ne Kutsal Roma Kilisesi’nin yüzyıllarca süren kavgaları, neNapolyon savaşları, ne Hitler-Mussolini faşizmleri, ne de Lenin-Stalin komünizmlerikurabilmiştir.
Sonunda pes ettikleri ve doğruyu buldukları yer, insan hakları rüzgârlarının püfür püfür estiğidemokrasilerdir.
Bizim Şark ise, belli ki kana doyamamış; ya da, acıları dindirmenin doğru yollarını henüz görememiştir.
O yüzden, bugünlerde Öcalan’la yürüttüğü çözüm süreçlerini değerlendirirken, günlük hayatın aldatıcılıklarında yitip giderek, büyük resmin içindeki Erdoğan’ın özlemlerini ve geleceğe matuf hayallerini gözden kaçırmamak gerekir.
Ne Erdoğan, ne de Öcalan için güncelin önemi vardır. Her ikisi de geleceğin plânlarına odaklanmışlardır.
Öcalan, teröristlerin yanlarında götüreceği elli dolarlık Kalaşnikofların değil, artık davasını uluslararası platformlara taşıyabileceği resmî meclis kararlarının meşrulaştırıcılığı peşindedir. Bu uğurda normal koşullarda iken istemeyeceği şeyleri, meselâ devletin kontrolü altında yapılmasını talep ederek, geri çekilecek unsurların deşifre olmalarını dahi göze almaktadır.
Erdoğan bakımından ise, doksan yıldır uykuda olan halifelik, yeniden canlandırılması mümkün bir enstrüman gibi durmaktadır.
Tüm Mezopotamya ve İslâm âlemini içine alan onun muhayyilesindeki büyük resimde muhtemelen Öcalan’ın KCK’sına da yer vardır.
O da zaten bunu hissetmiş olmalı ki, ufak ufak dinsel söylemli ödünlere başlamıştır.
Demek oluyor ki, demokratikleşmenin dışında kalan her yol bin türlü maceraya gebedir.
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap