- 25.02.2013 00:00
Hiçbir şey doğrusal bir çizgide seyretmiyor. Haklılıklar da var, haksızlıklar da. Her şey karmakarışık. Hem öyle, hem böyle.
Meseleler üst üste binmiş, iç içe geçmiş.
Biraz ondan, biraz bundan.
Darbe plânı da var, yasal dayanak da.
Yurtseverlik de var, halka ihanet de.
Her şey arapsaçı yani.
Doğru eğriye karışmış, eğri örtmüş üstünü doğrunun.
Sanık da haklı, savcı da, hâkim de. Ya da haksızlar hepsi birden.
Kürt, haklıyken teröre bulaşmış, düşmüş haksızlığa.
Türk, haksızken kalmamış başına gelmeyen, dönmüş bir “vur abalıya”.
Herkes hem mağdur, hem mağrur, o yüzden.
Şeytanla da yatıp kalkmışlar, meleklerle de.
Kin de var, intikam da var, nefret de var. Ama barışma güdüsü, bağışlama dürtüsü, kucaklaşma isteği de var, bir yandan da.
Doğru da söylüyorlar, yalan da, lâfa geldi mi.
Yani, işin içinden çıkamayacak ne lâzımsa yapmış herkes.
Halt yemeyeni olmayan bir ülke burası
Asker, zorbalık yapmış, üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokarak.
Polis, işkence ve kötülük.
Yargı, haksızlık ve adaletsizlik.
Politikacı, arsızlık ve yüzsüzlük.
İşadamı, sahtekârlık ve hırsızlık.
Medya, yalancılık ve dümencilik.
Halk da, umarsız ve duyarsız, bön bön bakınmış öyle.
Yemişler ölçüsüz ve sınırsız iştihalarıyla, paylarına düşen her bir herzeyi, teker teker.
Canla başla azimle, akla gelmedik fırıldaklıklarla, içinde soluyacakları şu güzelim atmosferi zehir zakkum kılmışlar.
Sonra da nefessiz kalmışlar böğürlerini paralarcasına, ki göğüs kafeslerini rahatlatabilecekleri bir iç dahi geçiremeden.
Sıkışıp kalmışlar bu nizamın içinde şimdi hep beraber.
Durum karman çorman.
Birine hak versen, ötekinde kalıyor aklın.
Diğerinden yana çıksan, içine sinmeyen ve kemiren bir şey sürüyor hâlâ bir yerlerde öylecene.
Çünkü hem kurt, hem kuzu herkes.
Bazen av, bazen avcı.
Sanki ancak Türkiye büyüklüğünde bir yargı yeri paklar onları; sanık da olacakları, savcı da, yargıç da.
Eller masumsa, ayaklar suçlu; ya da kafası mağdur, yahut gönlü zalim kimisinin.
Haklılığın ve haksızlığın...
Gerçeğin ve yalanın...
Dürüstlüğün ve sahtekârlığın... İçtenliğin ve riyânın...
Belli değil nerede başlayıp, nerede bittiği.
At izi karışmış it izine.
Gözyaşından mı yüzündeki ıslaklık, tükürükten mi?
Sevinçten mi ağlıyor, kederden mi?
Suratı kasvetten mi gergin, kahkahadan mı?
Belli değil hiç birisinde.
Ya biteviye saftirikler, yahut anasının gözü birer fırıldaklar.
Cesurmuş gibi yapan birer korkaklar da, aynı zamanda.
Kırk türlü dümen çevirmiş gibi dinç, kırk türlü çile çekmiş kadar da yorgun hepsi.
Ona mı, yoksa beriki için mi, bu çığlık çığlığa yakılan ağıtlar?
Hangi destan, hangi şiir, hangi türkü sadece birine ait de, nasipsizdir bir diğeri?
Kurtarmayı ille de kafaya taktıkları halkı aynı zamanda aşağılayan bir grup jakoben, farkını bile görememiş sevmenin ve nefretin.
Ayrılıkçı bir başka grup için ise, dökmek istedikleri ne çok kan varmış meğer, ne çok da kin.
Ne inanç para etmiş onları durdurmaya, ne basiret galebe çalmış, ne izan gezinmiş uzun yıllar bu topraklarda.
Bıkmadan usanmadan, öldürmüşler...öldürmüşler...öldürmüşler.
Ve gene bıkmadan usanmadan, ölmüşler...ölmüşler...ölmüşler.
Bembeyaz bir sayfa için
Her şeylerini gene “kördüğüm”etmiş “Gordion” coğrafyasının bu akılsız çocuklarına, acaba bir kez daha “İskender’in kılıcı” mı gerekiyor, nedir, bilmem ki?
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap