- 17.01.2016 00:00
Eleştirmek kadar, eleştiri yöntemi, objektiflik, kanıta dayalı olmak bir erdem ve sorumluluk gerektirir. Sorumluluk ve erdem gerektiren bir taraf daha var ki; O da eleştirilen taraftır. Eleştirilenin tahammülü, eleştirilere verdiği tepki biçimi ne kadar demokrat olduğunun da ölçütüdür. Kişilerin, Siyasi yapıların, örgütlerin, iktidarların eleştirilere yaklaşım biçimleri kendilerini ele verir.
Her zaman olduğu gibi, en çok yönetimde, iktidarda olanlar eleştiriye maruz kalır. Bir iktidar partisi yüzde kaç oyla iktidara gelirse gelsin herkesin iktidarıdır ve o davranış beklenir. Oy vermeyenlerin eleştirileri daha sandık başında başlamıştır. Oy verenlerin de, vermeyenlerin de iktidarları eleştirme hakları vardır. Yönetmek, birçok hata yapmayı beraberinde getirir. Eleştiriye açık olmak “iyi yönetmeye” katkı sunar. Yapılan eleştirilerin içinde haksız , insafsız, yanlı ve yalan da olabilir. Eğer, silahı, şiddeti, suçu teşvik etmiyor ise, anlayışla karşılamak demokratik kültürün gereğidir. Hoşa gitmeyen her eleştiriyi adaletli, duyarlı karşılamak yerine, hukuka havale etmek, iyi bir yönetme örneği olamaz. Hukuk sisteminin tarafsızlığının tartışıldığı günümüz Türkiye’sinde iktidarın her eleştireni hukuka havale etmesi demokrasilerde görülmüş bir şey değildir. Bu davranış biçimi, yönetme zafiyetini işaret eder. “Korku ülkesi” yaratmak istiyorsanız, bu yöntem bulunmaz bir yöntemdir. Demokratiklik iddiasındaysanız, tahammül sınırlarınızı çok geniş tutmak zorundasınız.. Demokrasilerde silah, şiddet içermeyen eleştirileri olgunlukla karşılayıp, uygun yanıtlar vermek ilkeli duruşu, kendine güveni ifade eder. İsminde “adalet” olan bir partinin her eleştiriyi düşmanca bir saldırı gibi algılayıp, bu algı üzerinden eleştirilere yaklaşması demokratik geleneklere aykırı durum yaratıyor.
Güncel yaşanan iki olayda bunu gözlemlemek mümkündür. Beyaz Öztürk’ün programına bağlanan, kendini öğretmen olarak tanıtan, sonradan öğretmen olmadığı anlaşılan kadının istek ve eleştirileri birçok tutarsızlık ve yönlendirme içerse bile, savcılığa havale edilmesini gerektirmiyordu. Kadının tutumunda tutarsızlıklara örnek verelim. Bölgeyi terk eden öğretmenlere seslenerek “hangi yüzle geri döneceksiniz” diyor. Okullar yakılıp-yıkılırken, daha dün İdil de öğrencilerinde içinde olduğu okullar bombalanırken çatışma bölgelerinden uzaklaşan öğretmenleri suçlamak ne kadar insaflı bir eleştiri olabilir. Burada bir parantez açarak şunu söyleyebilirim: PKK Kürdistan’da okulları asimilasyonun bir aracı olarak görüyor ve kuruluşundan bu yana eğitim kurumlarına yaklaşımı biliniyor. Burada PKK açısından bir tutarsızlık yok. Eleştirirken bu gerçeğin göz ardı edilmesi tutarsızlıktır.
Güncel ikinci konu; “Barış için akademisyenler inisiyatifi” nin bildirisi. Bir aydın olarak asla imza atmayacağım bir bildiri olmasına karşın, hükumetin/ cumhurbaşkanının öfkesini, kırgınlıklarını anlamama rağmen, bildiriye imza atanların savcılık ve YÖK tarafından soruşturmaya tabii tutulmasını demokrasi dışı bir tutum olarak görüyorum. Bu davranış, kendinden emin, kendine güvenen, ileri demokrasi vaatlerinde bulunan bir hükumetin refleksi olamaz. Kaldı ki; Başbakan Davutoğlu bana göre çok tutarlı bir cevap da verdi. Burada kalsa idi, bildiri bumerang gibi imzalayanları vurmuş olacaktı.
Akademisyen gurubun “ Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasının oluşturulması” istemi objektif olmadıklarını gösteriyor... “Kürt sorunu yoktur demek Kürt sorununu yok etmiyor. Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı hakları vardır ve bu anayasal, yasal yollarla teslim edilmeli. Güvenlikçi yöntemlerin çözüm olmadığı daha ne zaman anlaşılacak. Buradan PKK ye de silahlı mücadelenin devrinin bittiğini, Apo’ nun bu yöntemin bittiğini 1999 dan beri söylemesine rağmen ısrarın çözüme değil, çözümsüzlüğe hizmet ettiğini deklere ederiz “ diyebilselerdi keşke.
Bugün, Kürt illerinde yaşanan insanlık dışı durumun büyük sorumluluğu iktidarındır. Çünkü Türkiye’nin yönetimi onlara teslim ve birinci muhatap onlardır. Çatışmasız bir yol bulmak da onların görevi. Bu PKK’nin pürü-pak olduğu anlamına mı gelir?
“Aydınların”, “akademisyenlerin”, beyaz Türklerin Kürtleri hele-hele PKK’yi sevdiklerine inanıyor musunuz? Daha dün Selahattin Demirtaş’ı baş tacı yapanlar, şimdi hedef yapıyorlar. Bunların üstünü biraz kazın altından tek amaç çıkar: Anti-AKP/RTE…PKK’nin böylesi sahte davranış içinde olanları bildiğini sanıyorum. Ama onları yönetebilme yeteneğine sahip olduğunun farkında olarak davranıyor. Bu da onlar açısından anlaşılır bir şey.
Gerçekten barış istiyorsak, silahı şiddeti tümden ret etmemiz gerekir. Kimse “devlet bundan anlıyor” argümanına sarılmamalı. Silahlı yöntemle şimdiye kadar devlet dize mi getirildi ki, silahlı yöntem devam etsin?
Barış ,ancak barışçıl yöntemlerle ve objektif yaklaşımlarla yaşam bulur…
Demokrasi, eleştirilere toleranslı olundukça gelişecektir.
Yorum Yap