Kemal Gözler sordu: Anayasa hukuku nereye gidiyor? Bir yanıt çabası… (1)

  • 16.12.2018 00:00

 Değerli anayasa hukukçusu Prof. Kemal Gözler’in geçen hafta‘kişisel sayfasında’ yayınladığı ‘ilk metinde’ yönelttiği sorular üzerinde konuşmanın, tartışmanın önemli olduğu kanısındayım. Türkiye’de bitip tükenmeyen ‘yeni anayasa’ tartışmalarının, bugünlerin yollarını döşeyen ‘taşlardan’ olduğunu düşündüğüm için. Okuyacağınız satırları polemik niyetiyle değil, ‘şu berbat günlerden iyi kötü bir verim alabilmenin yollarından biri de bu olur belki’ diye düşündüğümden kaleme almaya çalışacağım. Bu arada, Gazete Duvar’da Ali D. Topuz’un ‘anti-hukuk’ yazılarının da, ‘sohbete’ çok önemli katkı niteliğinde olduğunu bir kez daha yinelemek isterim.

Gözler, prensip olarak siyasi gündemden uzak kalmaya çalışan bir anayasa hukukçusu. Şu anda da siyasal gelişmeler hakkında değil, kendi alanının ‘durumu’ ve o alana ilişkin yazıyor. Ancak alanında yazdıkları ve dile getirdiği endişeler kaçınılmaz biçimde‘muhalif’ tavır olarak algılanıyor ki, çok doğal. Bunun temel nedeni, halihazırda en basit, en yalın ‘doğruyu’ dile getiren insanların artık ‘muhalif’ sıfatıyla anılır olması. 

Şöyle bağlayayım peşrevi: Hâlimiz, bazı yorumlarını yıllarca eleştirdiğim Kemal Gözler’e bu kez her satırına katıldığım şu yazıyı yazdıracak ölçüde vahim! Sonraki yazıda özetleyeceğim gerçi ama ilk yazıyı şimdilik şuraya bırakayım. Beki sizler de okuma fırsatı bulursunuz.

Önce bizim alanımıza uzak/yabancı okurlar için bazı açıklamalar yapmak zorunda hissediyorum. Hatta bu yazı daha çok gerekli‘açıklamalar’ üzerine olsun. Bunun hem muhtelif tartışmaların anlaşılabilmesi, hem de konunun/tartışmanın, ‘alan dışı okur’açısından da anlamlı olabilmesi için gerekli olduğunu düşünüyorum:

Anayasa hukuku ile anayasacılık arasındaki ayrım: Kemal Gözler, Türkiye’de hukuk biliminin geleceği açısından kaygılı bir‘anayasa hukukçusu’. Ben ise bir anayasa hukukçusu değilim. Anayasacıyım. İki kavram arasındaki fark, kimi ‘hukukçuların’özellikle vurgulamak zorunda hissettiği kadar derin değil. Eğer merak ediyorsanız, ‘teknik’ bakımdan fark şu: Anayasa hukukçuları hukuk eğitimi almıştır (hukuk fakültesi mezunları). Anayasacılar ise hukuk fakültesi mezunu değil. 

Bilebildiğim kadarıyla Türkiye’de batıyla karşılaştırılamayacak ölçüde çok rağbet gören bir ayrım bu. Oysa hukukçu olup diğer sosyal bilim disiplinleriyle ilişkiye girmekten kaçınan bir anayasa hukukçuluğunun ne ölçüde makbul kabul edilmesi gerektiği tartışılır. 

Ben siyaset bilimi yüksek lisans/doktorası yapmış ve anayasa alanında çalışmış bir akademisyenim. Anlayacağınız bir‘anayasacı’ devekuşu gibidir, ne deve ne kuş! Tahmin ediyorum Türkiye’de halihazırda ‘anayasacı’ sayısı bir elin parmaklarını bulmuyor. Vefat eden var, emekli olan var. Çalışan kaç kişi kaldı bilmiyorum. Bu ekolün Türkiye’deki asıl temsilcisi Mülkiye ‘idi’desem çok yanlış olmaz. 

Nasıl bir ekol? Kemal Gözler’in yazısında yaptığı ‘üçlü’ ayrım bağlamında bir kez daha değineceğim bir ‘tarzdan’ söz ediyorum. Siyaset bilimi ve tarih ile anayasa hukukunu yakınlaştıran, sosyal bilim alanları arasında ‘dirsek teması’ kurmaya çalışan‘interdisipliner’ bir ‘gelenek’. Türkçesi: İngiliz tarihini ve kaçınılmaz olarak burjuvazinin tarihini anlatmazsanız, parlamentarizmin ilkelerine göre kurulmuş bir yasama-yürütme yapısını anlatamazsınız, bu kadar basit. 

O dünyanın içinde büyüdüğüm için de olabilir kuşkusuz, kişisel olarak böyle bir tarzın hep çok daha doğru olduğunu ve diğer disiplinleri ihmal eden bir anayasa hukukçuluğunun varacağı bir yer olmadığını savunanlardanım. Kuşkusuz ‘norm’ ile meşgul bir hukuk biliminin varlığını ve değerini inkar ediyor değilim. Söylediğim, ‘anayasa hukukunun’ diğer sosyal bilim disiplinlerinden kaçmasının gerekli ve mümkün olmadığı.

Bir örnek: 

Türkiye’deki yürütme organı tartışmasını, sistemin başkanlık mı yoksa başka bir şey mi olduğunu, ABD sistemini anlatmadan kavratmak mümkün mü? Peki o sistemin nesini anlatacaksınız? Senato ile başkan, onlarla yargı arasında ‘fren ve denge’mekanizması bulunduğunu, o mekanizmanın tarihi üzerinde durmadan anlatmak mümkün mü? Peki o kurumlar tarihini, ülke tarihinden, ABD’nin ‘kuruluşundan’ bağımsız anlatmak mümkün mü? Peki o kuruluşu, İngilizlerin tarihinden ayırmak, Stuart Hanedanı’ndan söz etmeyip ‘iç savaşa’ değinmeden geçiştirmek mümkün mü? Peki o iç savaştan söz ederken, dönemin iktisadi gelişmelerini anmamak mümkün mü? Peki o iktisadi gelişmeleri kolonilerin yapısından, o kolonileri oluşturan insanların gelenek göreneklerinden, hâkim dini inanç ya da inançlardan, kültürden ayrı anlatmak mümkün mü? Peki o kültürü anlamadan ABD siyasal partilerini, o partilerin yapısını anlatabilmek mümkün mü? Vesaire…

İşte bu soruları sormadan ve bir sistemi, o sistemin içinde var olduğu ‘siyasal düzenin’ tüm nitelikleri anlamadan, irdelemeden anlamak ve anlatmak mümkün değil. Tek demokratik başkanlık örneği olan ABD sistemini, ABD’nin tarihini ve yukarıdaki diğer tüm nitelikleri göz ardı ederek Türkiye’deki başkanlık tartışmasını nasıl kantara çıkarabiliriz? Yarı başkanlığı, Fransa tarihini bilmeden anlamak mümkün mü? Ya da geçen yüzyılın en‘liberal’ anayasalarından Weimar Anayasası (1919) nasıl oldu da Hitler iktidarını buyur etti? Anayasanın günahı var mıydı? Yoksa anayasa metni dışında olup bitenler mi buna neden oldu?

Siyaset bilimi, tarih, sosyoloji, ekonomi gibi alanlardan yardım almadan, ‘interdisipliner’ yöntemi benimsemeden, anayasa tarihini ve o tarihin ürünü olan ‘normu’ anlamak, anlamlandırmak mümkün mü? Anayasa hukuku, anayasaların tarih ve oluşumlarından bu denli kolay ayrılabilir mi? ‘Bu siyaset bilimi yaklaşımıdır’ diyerek bambaşka bir dünyadan sesleniyormuş muamelesi yapılabilir mi?

Burada, Kemal Gözler’in geçen yıl (halkoylamasından önce) kaleme aldığı ve önerilen sistemin başkanlık sistemi olmadığına dair yazısındaki görüşüne değinmek yerinde olur. Kemal Gözler, ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ denilen şeyin ‘başkanlık sistemiyle’ ilgisi olmadığını, güçler ayrılığı ilkesini ihlal ettiğini ve getirilen sistem eğer gerçekten başkanlık sistemi olsaydı, kendisinin ‘hukuki pozitivizmi’ benimsemiş bir anayasa hukukçusu olarak buna itiraz etmeyeceğini yazmıştı. Sözü Gözler’e bırakayım:

“Esasen bir ülkede hükûmet sisteminin tercihi sorunu, kurucu iktidarın takdirine bağlı siyasî bir sorundur. Sahip olduğum hukukî pozitivizm anlayışı gereği siyasî sorunlardan her zaman uzak durdum. Bir pozitivist hukukçu olarak, her zaman, kurucu iktidarın siyasî tercihini eleştirmenin bir hukukçunun görevi olmadığını düşündüm. Eğer şimdi de önerilen Anayasa Değişikliği Teklifi gerçekten bir başkanlık sistemi olsaydı, bu değişiklik teklifine, bir pozitivist anayasa hukukçusu olarak karşı çıkmazdım. Keza bu Anayasa Değişikliği Teklifinde teklif edilen sistemin, başkanlık sistemi olmadığı, bunun hiçbir ülkede uygulanmamış görülmemiş özgün bir sistem olduğu dürüst bir şekilde söylenseydi yine bu makaleyi yazmazdım.”

Neden? Bir anayasa hukukçusu, ABD sistemi aynen kopyalanmış olsaydı, bu sistemin Türkiye için uygun olup olmadığı konusunda neden görüş belirtmesin? Neden iki ülkenin tarihini ve sistemi oluşturan tüm unsurları karşılaştırıp oradan bazı genel yargılara varmasın? 

Gözler’in gerekçesi kendi açısından elbette ‘tutarlı’. Peki, ‘hukuki pozitivizm’ açıklaması tatminkar mı? ABD ile Türkiye’nin hangi nitelikleri benzer ki, yürütme-yasama ilişkileri olduğu gibi Türkiye’ye ‘monte edildiğinde’ aynı sonucu versin? Ve bir anayasa hukukçusu bu haklı/bilimsel soru hakkında neden sessiz kalmalı? Siyaset bilimi yaklaşımını dışladığı için mi? İyi hoş da bu yaklaşım yok sayılarak, bir anayasa hukukçusunun yürürlükteki sistemi anlamlı bir biçimde ‘değerlendirmesi’mümkün mü?

Doğrusu, söz konusu ‘yaklaşımın’ bugün yaşadığımız sorunların kökenindeki nedenlerinden ‘biri’ olduğu kanısındayım. Sonraki yazıda o ‘köken’ üzerinde duracağım. Yanlış anlaşılmasın; günümüz Türkiye’sinde Kemal Gözler’in anayasa yorumunun onda biri uygulansa milyon kez daha iyi durumdaydık, hiç kuşku yok. Benim savım, böyle bir hukuki pozitivizm yorumunun kaçınılmaz ‘çıkmazları’ olduğu. 

Sonraki yazıda, Kemal Gözler’in metnindeki sorular üzerinden, örneklerle, ’çıkmaz’ olduğunu varsaydığım o patikaları anlatmaya çalışacağım elimden geldiğince.

Yazı, Mümtaz Soysal’ın sonraki yazının ana fikri açısından önemli olup belki bir ‘pozitivistin’ hiç hazzetmeyeceği, benim çok beğenip katıldığım sözüyle bitsin: “Anayasaları yaşatan içlerindeki sözcükler değil, dışarılarındaki hayattır.”

Devam edeceğim…

Yazı önerisi: Çiğdem Toker, burası Türkiye olduğu ve bizler de yurttaş değil kelle olduğumuz için bir iki güne unutulacak son tren kazası hakkında yazmış. Buraya bırakıyorum. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums